Anlam arayışı ve yeni yollar

Karanlık bir denizde, devasa ve isimsiz dalgalarla boğuşan bir kaptan hayal edin. Elinde babasından, babasına da kendi babasından miras kalmış, her bir oyuğu ve çizgisi ezberlenmiş meşin bir harita var. O harita, bilinen rüzgârları, tanıdık akıntıları ve güvenli limanları gösteren bir bilgelik abidesiydi. Fakat denizin kendisi değişmişti. Akıntılar artık haritadaki yönlere itaat etmiyor, rüzgârlar daha önce hiç duyulmamış bir lisanla uğulduyor ve yıldızlar dahi sanki yer değiştirmiş gibi yabancı bakıyordu. Kaptanın elindeki o kıymetli harita, anılarıyla değerli bir antika olmaktan öteye geçemiyordu artık; çünkü deniz, eski kurallarla seyir yapılamayacak yeni bir denize dönüşmüştü.

Bugün bizler, o kaptan gibi, zihnimizin asırlık haritalarıyla daha önce hiç görmediğimiz bir denizde yol almaya çalışıyoruz. Bu seyrüseferin kendisi, bitmeyen bir anlam arayışı ve sürekli yeni yollar keşfetme mecburiyetidir; çünkü eski patikalar artık güvenli limanlara çıkmamaktadır. İçimizdeki düşünme, karar verme ve anlamlandırma mekanizmaları, yani zihnimizin o kadim "işletim sistemi," artık var olmayan bir dünyanın sükûneti ve öngörülebilirliği için tasarlanmıştı. Oysa yaşadığımız çağ, her an yeni bir girdap üreten, lineer aklın alçak uçuşlarını alaya alan, üstel bir hızla köpüren bir okyanus. Bu okyanusun derinliklerinde ise bizim sezgilerimizle kavramakta zorlandığımız, görünmez ve matematiksel bir ahenkle işleyen devasa sistemler yatıyor. Bizler yüzeydeki köpüklere, anlık parıltılara, gündelik fırtınalara bakarken; bazıları denizin altındaki o büyük akıntıları, o gizli ritmi okuyabilenler, gemilerini bambaşka limanlara yüzdürüyor. Fark, zekâda değil, kullandıkları seyir aletinin hassasiyetinde gizli.

Modern insan, kendisine sunulan bu yeni dünyayı anlamak için elindeki eski haritaya daha bir inatla sarılıyor. Oysa bu yeni çağın hakikati, bir bilgisayarın kaynak kodları gibi, kendi içinde tutarlı ama dışarıdan bakıldığında anlaşılmaz görünen bir dizi temel ilkeye göre işliyor. Servetin akışından toplumların yükseliş ve çöküşüne, biyolojik sağlığımızın ritminden teknolojik kırılmaların yönüne, sanatsal ilhamın doğuşundan manevi arayışların pusulasına kadar her şey, birbiriyle konuşan, birbirini etkileyen ve dönüştüren devasa bir sistemin parçası. Bu sistemin dilini çözemeyenler, bilgi bombardımanı altında ezilirken, o dili anlayanlar en kaotik gürültünün içinde bile bir musiki duymayı başarıyor.

Bu yeni çağın seyrüsefer sanatı, zihnimizdeki paslanmış usturlabı yeniden kalibre etmekten geçiyor. Bu, sadece yeni bilgiler öğrenmek değil, düşünmenin kendisini yeniden düşünmektir. Örneğin, modern hayatın dayattığı yapay çevre ile binlerce yıldır değişmeyen fıtratımız arasındaki derin çatışmayı fark etmeden, ne kadar diyet listesi uygulasak da bedenimizdeki o kök sızıyı dindiremeyiz. Tarihin sadece bir olaylar yığını değil, milletlerin kaderini yazan ve kendini tekrar eden büyük döngülerin bir sahnesi olduğunu görmeden, bugünün siyasi çalkantılarını anlamlandırmamız mümkün müdür Yaratıcılığın ilahi bir ilham anı olduğu kadar, farklı bilgi alanlarındaki noktaları birleştirme melekesi olduğunu idrak etmeden, nasıl özgün bir eser ortaya koyabiliriz Ve en derinde, anlamın dışarıda bir yerde bulunmayı bekleyen bir hazine değil, her birimizin kendi varoluşsal gayesiyle, bilinçli bir seçim ve adanmışlıkla inşa ettiği bir sığınak olduğunu kabul etmeden, hangi felsefe bize huzur verebilir