Akıl tutulması çağında 'Devlet Aklı'nı aramak

Kuzeyin buz tutmuş topraklarında, Rusya'da garip bir halet-i ruhiye peyda olmuş. Z kuşağı gençler, modern dünyanın o baş döndüren hızından ve dijital kaosundan kaçıp sükûnet bulmak için kendi rızalarıyla akıl hastanelerine yatıyormuş. Adına "Durka" dedikleri bu kaçış, aslında insanlığın sürüklendiği o büyük buhranın sessiz bir çığlığı. Dışarısı o kadar tekinsiz ki, "delilik" addedilen yerler en güvenli liman gibi görünüyor. Dünya, "Eski" ve "Yeni" arasında sancılı bir doğumhanede kıvranırken; okyanusların dibindeki internet kablolarının kesilmesi için planların yapıldığı, verinin en büyük mühimmat olduğu bir hengâmenin tam ortasındayız.

Böylesi bir "küresel tufan" kapıdayken, hakikati görmek her zamankinden daha zor. Bakınız, hemen yanı başımızda Ortadoğu'daki yabancı istihbarat servisleri, tıpkı geçenlerde servis edilen asılsız "hücre çökertme" haberlerinde olduğu gibi, sürekli yeni "hayalet düşmanlar" ifşa ettiklerini yayıyor. Oysa bu, yaklaşan asıl fırtınayı gözden kaçırmamız için üretilen bir "sihirbaz hilesi"nden ibaret. Cambaza bak derken, coğrafyanın haritalarını değiştirebilme ümidiyle yapılan hamlelerdir bunlar. İşte Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, coğrafyanın bu makûs kaderine boyun eğmemek adına attığı stratejik adımları, kahve köşesi sığlığıyla tartışmak bu topraklara yakışmıyor.

Ankara'da "İmralı" ve "Terörsüz Türkiye" başlıkları altında yürütülen süreç, gündelik siyasetin dar kalıplarına sığmayacak kadar derindir. Devlet, yaklaşan fırtınayı görür; geminin gövdesindeki çatlakları onarmak ve iç cepheyi yekvücut hale getirmek ister. Bu, bin yıllık kadim devlet geleneğimizin bir refleksidir. Ancak devlet aklı ne kadar derin olursa olsun, milletin feraseti ile buluşmadıkça bir yanı hep eksik kalır. Araştırmalar, toplumumuzun ekseriyetinin terörsüz bir Türkiye arzusunda hemfikir olduğunu, ancak yöntem konusunda haklı tereddütler taşıdığını gösteriyor. Burada mesele niyette değil, usuldedir. Bizim devletimiz büyüktür; attığı adımın beka ile olan irtibatını milletinin kalbine dokunarak anlattığında, aşamayacağı hiçbir engel yoktur.

Asıl meselemiz ise sadece siyasi değil, topyekûn bir seviye ve şuur meselesidir. Şehirlerimizi imar ettik ama zihinlerimizdeki o "kasabalılığı", o "açık ve gizli taşralılığı" toplum olarak bir türlü aşamadık. Meseleyi somutlaştıralım: Bir sporcumuzun, okyanus ötesindeki bir NBA yıldızının yaşam tarzı üzerinden kopan fırtınayı izliyoruz. Elbette toplumun gözü önünde olan her birey, hareket ederken bu memleketin hassasiyetlerini ve sinir uçlarını gözetmek durumundadır. Ancak bizler de tepkilerimizi koyarken ölçüyü kaçırabiliyoruz. Bir gencimizin hatası veya eksikliği üzerinden yapılan abartılı "güzellemeleri" de, linç kampanyalarını da bir gözden geçirmemiz gerekmez mi Bir tarafın linç kültürüyle, diğer tarafın "işte çağdaşlık bu" diyerek kadehler üzerinden ürettiği