Ahlakın mayalandığı yer

Kelimelerin içi boşalınca manalar kayboluyor, manalar kaybolunca da istikamet şaşıyor. Bugün belki de en büyük sancımız bu. Etrafımıza baktığımızda şekilsel olarak her şeyin yerli yerinde olduğunu görüyoruz ama zihinleri kurcalayan o yakıcı soru orta yerde duruyor: Neden bu yoğunluk, aynı oranda toplumsal bir "güven" ve "incelik" inşa etmiyor Neden gündelik ilişkilerimizde o beklenen zarafeti ve eminliği göremiyoruz

Cevabı ilahiyat tartışmalarında değil, kavramlara yüklediğimiz anlamlarda aramak gerekiyor belki de. Çünkü biz ahlakın kaynağını kalabalıklarda arıyoruz; oysa ahlakın mayalandığı yer sokaklar değil, ailedir. Önümüzdeki 2025 yılını "Aile Yılı" olarak karşılarken, sosyolojik bir aynaya bakıp şu tespiti yapmak zorundayız: Biz evimizin içinde bir "toplum" muyuz, yoksa bir "ümmet" mi

Bu iki kavramı birbirinden ayırmak, aslında hayata bakışımızı netleştiriyor. Sosyolojik olarak "toplum" dediğimiz yapı; ilişkilerin daha çok hizmete ve karşılıklı ihtiyaçların giderilmesine dayalı olduğu bir çarktır. Bu yapı, kadim tabirle teavün (yardımlaşma) ve muadeniyet (birlikte yaşama) üzerine kuruludur. Yani sistem; "Fırıncı ekmek verir, siz para verirsiniz; bir el diğer eli yıkar" mantığıyla işler. Bu gereklidir, bir dayanışmadır ancak tek başına ahlak üretmeye yetmez. İlişkiler sadece "hizmet alışverişi" seviyesinde kalırsa, orada derinlik kaybolur.

Oysa medeniyet müktesebatımızdaki "Ümmet" kavramı, bambaşka bir ufuk sunuyor bize. Ümmet; sanılanın aksine sadece sayısal bir kalabalık demek değildir. Ümmet; tearuz (birbirini derinden tanıma/bilişme) ve muarfeyi (irfanı paylaşmayı) zorunlu kılar. Toplumda "hizmet" paylaşılırken, ümmette "marifet" paylaşılır. Toplumda "tanışıklık" varken, bu üst seviyede "bilişmek" vardır.

Tarihsel bir örnek vermek gerekirse; kutsal metinlerde Hz. İbrahim için "O, başlı başına bir ümmet idi" ifadesi kullanılır. Tek bir kişi, nasıl bir ümmet olur Demek ki mesele kalabalıklar değilmiş. O duruş, marifeti (hakikat bilgisini) ve ahlaki tavrı temsil ettiği için, tek başına sayıların hükmünü ezip geçmiştir. Buradan çıkan sonuç şudur: Nitelik, nicelikten üstündür. Ahlakın mayası kalabalıklar değil; maruf (iyi ve güzel olan) ile marifet (hikmet) ilişkisini kurabilmektir.

İşte "Aile Yılı"nı bu perspektifle okumak, bize yeni bir kapı açabilir. Eğer evlilikler sadece faturaların ödendiği, yemeklerin yendiği bir ortaklığa dönüşmüşse; orada sadece küçük bir "toplum" var demektir. Burada hukuk işler ama o özlenen ahlak zor yeşerir. Zira ailede asıl mesele ahlakın gücünü savunmak değil, "gücün ahlakını" tesis etmektir.