'İstikrarsız' Orta Doğu'nun ekonomik nedenleri

Bölgenin demokrasi, kalkınma, piyasa ekonomisi standartları açısından müstesna, 'rol model' ülkesi olan Türkiye olarak, Orta Doğu'da 50 yılı aşan bir süredir derinleşen istikrarsızlığın ağır maliyetini yönetmeyi sürdürüyoruz. İster, Soğuk Savaş döneminin 'iki kutuplu' dünyası, ister 21. Yüzyıl'ın bu dönemine damga vuran 'çok kutuplu' dönem, ekonomik-siyasi-askeri güç merkezlerinin Orta Doğu'ya yönelik 'yoğunlaştırılmış' ilgilerine sahne oluyor. Söz konusu 'yoğunlaştırılmış' ilgi ve Orta Doğu'ya hakimiyet iddiası ne acıdır ki Orta Doğu'nun 'istikrarsızlığı'nın aralıksız devamına sebep olmakta.
İlk kez 19. Yüzyıl sonu, 20. Yüzyıl'ın hemen başı coğrafik olarak bölgeyi tanımlamak adına kullanılmaya başlanılan Orta Doğu'nun geçmişe dayalı verilerde dünya ekonomisine üretkenlik, verimlilik ve uluslararası ticaret adına en verimli katkıyı sağladığı dönemin Osmanlı İmparatorluğu'nun hakimiyet dönemi olduğu aşikar. Ancak, 2. Sanayi Devrimi ile birlikte 'Petrol Çağı' başladığında, sanayileşmesini hızlandırmak isteyen ve daha da zenginleşmeye odaklanmış olan batılı ekonomiler bir 'petrol sömürgeciliği' dönemi başlatmaya odaklandılar ve Orta Doğu 100 yılı aşan bir süredir devam eden kargaşa ve istikrarsızlık döneminin içine düştü.
Orta Doğu'nun kadersizliğinin en önemli gerekçelerinden birisini 'kalkınmaması'na yönelik hedef oluşturmakta. Eğer, Orta Doğu barışın ve istikrarın geçerli olduğu bir bölge olabilse idi ve bu sayede cazip bir yatırım ortamına sahip olsaydı, farklı sektörlerdeki önemli gelişmeler, coğrafyanın 'petrole bağımlılık' sorununu ortadan kaldıracaktı. Ne yazık ki, bölgede istikrarsızlığı besleyen 'güç merkezleri' Orta Doğu'nun 'petrol gelirine bağlı' kaderinin bilhassa değişmesini istemiyorlar. Çünkü, bu sayede Orta Doğu 'güç merkezleri'nin ihtiyaç duyduğu petrol ve doğalgazı büyük miktarda üretmekten geri kalamıyor. Böylece, fosil bazlı enerji fiyatları da kolayca yönetilebiliyor.
Orta Doğu ülkeleri böyle bir 'girdap'ın içinde olduklarının fazlasıyla farkında olarak Eylül 1960'da OPEC'i kurmuş ve 1970'lerde 'petrol fiyatları' ile gözdağı vermiş olsalar da, 'güç merkezleri'nin oyun kurucu gücüne karşı istedikleri ölçüde başarılı olamadılar.