Sahte aşk

Bir konağın aralanan perdesinden bakan tek bir göze aşık olurdu eskiden insanlar. Perdenin gerisindeki diğer gözü ya da yüzün tamamını görmese de olurdu. Aşk, fiziksel bir şey değildi çünkü, bir duyguydu o zaman. Ruhun bir eylemiydi. Ve bir ömre tek bir aşk sığardı. Öylesine derin ve büyüktü o duygunun kapladığı yer. İnsanoğlunun kurduğu en güzel cümleler bu derin duygunun eseridir. Şairlerin, ozanların, abdalların, aşıkların en güzel güfteleri ve besteleri böyle doğmuştur. Aşk, insanoğluna ait ama kontrol edemediği en sıra dışı duygudur. Ne gelişi ne de gidişi insanın kendi elindedir. Bu olağanüstü duygunun zamana ve şartlara göre değiştiğini söyleyebilir miyiz Görüne o ki, eskilerin aşklarıyla, çağımızın aşkları arasında büyük farklar var. Bir kere şiirlerden, romanlardan anlarsınız bunu. Hala eskilerin şiirlerine, büyülü sözlerine ve yürek yakan şarkılarına, türkülerine sarılıyoruz. Sanırım genç kuşak daha bahtsız bu konuda. Zira her şeyin görsellikle ifade edildiği bir zamana doğdular. Sözün yaralı bir kuş gibi uçamayıp bir kenara çekildiği, hayal kurmanın ve düşlerde bir duyguyu canlandırmanın imkansız olduğu ortamda yaşıyorlar. Eskiden aşıklar hisleriyle anlaşırdı. Şimdi duymadan hissedemiyor insanlar. Duygularını büyülü sözler, buğulu bakışlarla değil, zarafetten ve sanattan yoksun emojilerle ifade ediyorlar Bir tül perdenin arakasında görünen göz, onlar için yarım bir fotoğraftır belki de. Tamamını görmediği bir yüze aşık olamazlar. Zira onun bir duygu değil, fiziksel bir şekil olduğunu zannediyor olabilirler. Normaldir, çünkü tüm duyguların görsel olarak tanımlanma ihtiyacı var zannediliyor. Bir şiire, hikayeye çekilen klipte, bizim hayal dünyamızı videoyu çekenin hayal dünyasıyla sınırlandırıyorlar. Bir özlü sözün, bir aforizmanın, bir gazelin, bir beytin görsel şekillerle desteklenerek yayınlanması da böyledir. İşte buna alışmış bir zihnin aşk tanımı da başkadır, aşık olacağı insanı algılaması da. Görselliğin esaretindeki insanoğlunu bekleyen