İki kurum ve iki sorun

Depremin çok sarstığı bir ildeydim. Kriz merkezine gittim. Uzaktan beni tanıyan iki kişi yanıma geldi. AFAD çalışanlarıydı. İkisi de yüksek mühendisti ve uzun yıllardır AFAD'da görevlilerdi. Gözlerinde hüzün, hayal kırıklığı ve yorgunluk vardı. "Biz bu günler için yetiştirildik. Ama bugün o fonksiyonda görevlendirilmiyoruz, çalışmıyoruz, çalıştırılmıyoruz. Başımızda lise mezunu bir amir var. Ne dediğimizi anlıyor, ne de verdiği kararlar doğru oluyor" O kadar çok dert yandılar ki "Depremin şu acı günleri geçsin, kurtarma işleri bitsin, söz bunları yazacağım" dedim. O gün geldi. AFAD GURUR KAYNAĞIMIZDI Ukrayna savaşına giderken, Romanya, Slovakya, Polonya'dan geçmiştim. O sınır kapılarında Ukrayna'dan gelen göç dalgası karşısında nasıl şoka girdiklerini ve devlet olarak çuvalladıklarını gördüm. Orada AFAD'ı, UMKE'yi gördüğümde aradaki farkı da anladım ve mutlu oldum. Ukrayna'da Liviv şehrine gittiğimde daha çok şaşırdım. Tren garının önündeki parkta sanayiden getirilmiş varillerde, sobalarda odunla ateş yakılmış, üzerine koca kazanlar konmuş, çocuklara süt, büyüklere yemek pişiriyorlardı. Bir seyyar aşevleri yoktu. Oradan AFAD Başkanı Yusuf Sezer'i aradım. "Bizim aşevi tırlarından birini buraya gönderseniz, bu meydanda kursak, çocuklara hijyen ortamda süt pişirilse, insanlara yemek dağıtılsa ne güzel olur" dedim. Ve AFAD Kocaeli'ndeki bir aşevi tırını tüm o beceriksiz devletleri geçip, Ukrayna'ya getirdi, Liviv'de kurdu ve insanlara sıcak yemek dağıttı. O zaman ülkemle, AFAD ile gurur duydum. Bunu da Ukrayna savaşının ortasında yazdım. AFAD LVİV'DE AFAD'ı orman yangınında Marmaris'te, selde Bozkurt'ta, depremde Van'da ve daha nice afetlerde izledim. Hep gurur duydum. ŞOKA GİREN AFAD VE DİĞER KURUMLAR Depremin ikinci gününden itibaren sahadaydım. Malatya, Maraş, Adıyaman, Hatay ve bir çok ilçe dolaştım. Abartısız söylüyorum, hepsinde insanlar AFAD'dan şikayet etti. Ben devletin kurumlarının üç gün boyunca şoka girdiğini gördüm o şehirlerde. Ama en çok AFAD şoke olmuştu ve en çok da bu yüzden koordinasyon sorunu yaşanmıştı. Çünkü kanun afetlerde tüm yetkiyi ve koordinasyonu AFAD'a vermişti. Ama AFAD bu depremde bunu tam anlamıyla başaramadı ve başaramadığını da kabul etmedi. Bu kadar büyük bir depreme hazır değildi. Bölgesel afet planı yoktu. Bu kadar büyük krizi yönetme kapasitesi de bulunmuyordu. İnanın bunu doğal karşılıyorum. Dünyanın en güçlü devletinin kurumu da bunu başaramaz zaten. Ancak AFAD'ın sorunu "asrın depremini" yönetememesi değil, neden yönetemediğini bilmemesidir. SAĞLIK BAKANLIĞI NEDEN ŞOKA GİRMEDİ DE AFAD GİRDİ Kızılay'ın, AFAD'ın bu depremde krizi iyi yönetemediği söylediğinde, "Ama on şehirde, iki 7.5 büyüklüğünde, 'asrın felaketinde' elbette her yere yetişemezler" diyorlar. Yollar kapanmış, hava şartları kötüymüş, yıkım çokmuş Peki hiç dikkatinizi çekti mi, kimse sağlık hizmetlerinden şikayet etmiyor. On binlerce yaralı vardı ama Sağlık Bakanlığı çökmedi ve her yere yetişti. Hiçbir şehirde sağlık hizmetleri konusunda şikayet almadım. Asrın felaketinde neden Sağlık Bakanlığı çökmedi de, AFAD çöktü, Kızılay yetersiz kaldı peki AFAD'IN EN BÜYÜK SORUNU POLİTİZE OLMAK Bir dönem gurur duyduğumuz AFAD'ın bu afette bizi kurtarmasını bekledik doğal olarak. Ama gördüm ki AFAD politize olmuş. Bu yüzden de liyakat ve ehliyet konusunda büyük bir erozyona uğramış. İl ve ilçe yetkilileri, genel merkezdeki idarecilerinin bir kısmı kriz yönetecek kapasitede ve yetkinlikte değillerdi. Ama yetki onlardaydı ve insanlar buna zorunlu olarak tabi oldu. Bu yüzden de büyük bir koordinasyon sorunu baş gösterdi. Hem de tüm afet illerinde. Öyle akla zarar şeyler yaşandı ki, duyunca inanamadı kimse. Arama kurtarma çalışmalarında "Yetki bende siz buraya giremezsiniz" diyen AFAD yetkilisi, can derdinde olan afetzedeler tarafından tartaklanıp kovuldu. Yardım tırlarını zorla AFAD deposuna götüren mi dersiniz, koordinasyon yapıyoruz diye saatlerce yardım ekiplerini bekleten mi dersiniz, yurt dışından yardım ekiplerinin getirilmesini geciktiren mi dersiniz Onlarca örnek, onlarca olay sıralayabilirim. "Kurum şovenizmi" ne demek onu gördüm. AFAD kurumları koordine etmedi, kurumlara tahakküm etmeye kalktı. "Yetki bende sözü", küçük kıyametin yaşandığı yerde o kadar çiğ duruyordu ki, devletin diğer kurumları bile bundan illallah etti. Sonra ne oldu biliyor musunuz Her kurum, her sivil örgüt AFAD'ı beklemeden kendi başına hareket etmeye başladı. Bu yüzden de kargaşa arttı. HER ŞEY VAR AMA HİÇBİR ŞEY YOK Ancak orada günlerce enkazda canla başla çalışan, can kurtarırken yaralanan, göz yaşı döken, makamını anasının ak sütü gibi hak eden AFAD çalışanları da gördüm. Yeterince halkına yardım edemediği için ağlayan, o iki yüksek mühendis gibi fedakar çalışanları da var kurumun. Ülkenin en iyi teknolojisine, ekipmanına, teknik kapasitesine ve tecrübesine sahip. Belki de kanunla en çok yetkiyle donatılan kurum aynı zamanda. Fakat Charles Dikens'in dediği gibi, "her şeye sahiptik hiçbir şeyimiz yoktu". Afet bölgesinde bunu hissettik. Devlet büyük bir devlet, sivil tolumu güçlü, milleti çok fedakar, iş adamları cömert, ülkenin ekipmanı çok Gelin görün ki bunları bir araya getirip büyük bir güç oluşturmayı başaramadık ilk üç gün. AFAD'IN YAPISINI VE KONUMUNU DEĞİŞTİRMEK YETERLİ Mİ Uzmanlarla konuştum. Afet yönetimi konusunda dünya kadar şey söylediler. AFAD'ın İçişleri Bakanlığı altında olması yanlış diyenler, örgütlenme şeklini doğru bulmayanlar, operasyon tarzını hatalı bulanlar Bence bunlar değil. AFAD yönetim kadrosunda siyasallaşmaya bağlı bir liyakat krizi yaşıyor. Temel sorunu bu. Çok iyi yöneticileri de var içeride. Kimse afette canımızı kurtaracak bir kurumu yıpratmak istemez. Bu yüzden can kurtarırken bu konuları tartışmadık. Üzerinden yirmi gün geçtikten sonra bu konuları açıyoruz. Çünkü bu kurum bize çok lazım. Şu kurum şovenizminden, kurumu eleştirilemez hale getirmekten, dokunulmaz yapmaktan vazgeçin. Kuruma daha çok zarar verirsiniz. Eğer ortamı hazırlansa, valiler, bakanlar, yerel yöneticiler, sivil toplum kuruluşları sahada nelerin yaşandığını ve koordinasyon krizini anlatırlar aslında. Ama susmayı tercin eden çok. POPÜLİZMİN GİRDABINDAKİ KIZILAY Depremin ilk günü akşamında Habertürk ekranlarında yayındaydık. Akşam 22.30'dan sonraydı sanırım. Kızılay Başkanı Kerem Kınık telefonla bağlandı. Ne olduğunu tam anlamamıştık o saate kadar. Bu yüzden Kerem Kınık'ı can kulağı ile dinliyorduk. Konuşmanın en can alıcı sorusu ve diyaloğu şöyleydi: Kübra Par: 10 şehrin yüzde kaçına ulaşılabildi Yani depremde yıkılan binaların yüzde kaçına ulaşılabildi şu dakikaya kadar Kerem Kınık: Tamamına ulaşıldı, yani tespit yapıldı, canlı kontrolü yapıldı ve arama kurtarma planlaması yapıldı. Çok büyük oranda arama kurtarma bir kısmı tamamlandı, diğerlerine geçildi. Yani şu anda ulaşılmayan bir nokta yok. Kübra Par: Ama bize gelen bilgiler öyle değil. Kerem Kınık: Şöyle diyorum. Ulaşılıp tespit yapılıyor ama arama kurtarma ekipleri sıraya alıyor o müdahaleyi. Dışarı vilayetlerden gelen ekiplerin özellikle Hatay'a intikallerinden kaynaklanan sorunlar yaşıyorlar. Onları askeriyemizin desteği ile aşmaya çalışıyorlar. Yıkılmış ve hasar görmüş binaların envanteri çıkartıldı yani o anlamda ulaşıldı diyorum." O akşam Kızılay Başkanı'nın söyledikleriyle bize gelen mesajlar taban taba zıttı. Belki binlerce mesaj yağdı telefonlarımıza. "Yardım gelmedi, kimse yok, kurtarın bizi" feryatlar halindeydi her şey. Ertesi gün afet bölgesine gittiğimde durumun Kerem Kınık anlattıklarıyla uzaktan yakından alakası olmadığını gördüm. 2-3 gün hiç gidilmeyen yerler vardı. KIZILAY POPÜLİZMİN KURBANI Kerem Kınık'ı Yeryüzü Doktorları Derneği başkanıyken tanıdım. Göz yaşlarına şahitlik ettim. Çalışkan biriydi. O makamda çok uzun kaldı ve devam etmek için de farklılaştı. Kızılay'da derinlikli yapılandırma, güçlü örgütleme ve etkili operasyon yapmak konularından çok başka şeyler ön plana çıktı. Medya aktiviteleri etkili görsellik, şık kıyafetler, afili araçlar,