Üç elifi 111 yapan sır

Üstad Bediüzzaman meşveret ve şûrânın önemli bir boyutunu Hutbe-i Şamiye'de şöyle ifade ediyor:

"Nur'un Yirmi Birinci Lem'a-i İhlâs'ında izah edildiği gibi, haklı şûrâ ihlâs ve tesanüdü (dayanışmayı) netice verdiğinden, üç elif yüz on bir olduğu gibi, ihlâs ve tesanüd-ü hakikî ile, üç adam yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adamın, hakikî ihlâs ve tesanüd ve meşveretin sırrı ile bin adam kadar iş gördüklerini çok vukuat-ı tarihiye (tarihteki olaylar) bize haber veriyor."

Bu çok manidar cümlelerde iç içe geçmiş derin mesajları ifade edecek şekilde kullanılan anahtar kelime ve kavramları "ihlâs, tesanüd ve meşveret" olarak özetleyebiliriz.

Bunlar birbirini tamamlayıp güçlendiren üç temel prensip. Hakikî bir tesanüd, sadece Allah rızası için bir araya gelen ve birbirlerini Allah için sevip yine Allah yolundaki hizmetler için omuz omuza veren insanlar arasında tesis edilebilir. Bunların dışında başka hesapların araya girdiği ilişkilerde gerçek bir kaynaşma ve dayanışma olmaz; geçici ve konjonktürel birliktelikler, bazan gayet basit ve sıradan sebeplerle, çok kısa zamanda dağılma riski taşır.

Samimî bir tesanüdün başarılması, mensuplarının iç dünyalarındaki ihlâsı ve samimiyeti kuvvetlendirir. Böyle ihlâsa dayalı bir tesanüd ve dayanışmayı koruyup geliştirerek devam ettirebilmenin yolu ise, "haklı şûrâ" olarak ifade edilen prensibi hakkıyla yaşayıp hayata intikal ettirebilmekten geçer.

Peki, neden düz bir ifadeyle "meşveret, şûrâ, istişare" demek yerine "haklı şûrâ" tabiri tercih ediliyor Bunun hikmeti ne olabilir