Türk-Kürt kardeşliği

Herkesin dilinde dolaşan, ama malûm fitneler sebebiyle bir miktar zedelenen "Türk-Kürt kardeşliği"ni tekrar ihya edip kurtarmanın ve kuvvetlendirmenin en sağlam formüllerini, Said Nursî geçen asrın başlarından itibaren dile getirmiş.

Ve onun başından beri Kürtlere yaptığı ısrarlı tavsiyelerden biri, Türklerle birlikte olmak.

Meselâ, 2. Meşrutiyet döneminde Kürt hamallara hitap ederken, "Altı yüz seneden beri bayrak-ı tevhidi umum âleme karşı ilân eden; ve istibdada şiddet-i itaat ve terk-i âdât-ı milliye ile ihtiyarlanan bizim şanlı Türk pederlerimize kuvvet ve cesaretimizi peşkeş ve hediye edelim. Ona bedel, onların akıl ve marifetinden istifade edeceğiz" dedikten sonra şu ilginç tesbiti yapıyor:

"Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti; mecmuumuz [hepimiz] bir iyi insan oluruz. Hodserâne [serkeşlik] yapmayacağız. Bu azmimizle başka unsurlara [diğer etnik gruplara] ders-i ibret vereceğiz..."

Bediüzzaman'ın İslâm ortak paydasında Türk-Kürt kardeşliğine vurgu yapan kuvvetli ifadelerini, Türkleri ondan soğutma kast-ı mahsusuyla "Kürtlüğü"nün nazara verildiği Eskişehir Mahkemesindeki müdafaalarında da görmekteyiz:

"Ben her şeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan'da dünyaya geldim. Fakat Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve en sadık ve halis kardeşlerim Türklerden çıkmış. Ve İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek-i Kur'âniyem cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezası olduğundan, bana Kürt diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk milletine hizmet ettiğimi, hakikî ve civanmert bin Türk gençlerini işhad edebilirim (şahit gösterebilirim)." (Tarihçe-i Hayat, s. 356.)