Şeriat ve medeniyet
Zaman zaman dinimizin hükümlerinin güncellenmesi şeklinde gündeme getirilen konu, her defasında bilinen rutin ve dar kalıplar içinde sığ ve cılız tartışmalara hapsediliyor.
Oysa bu tarz derinliksiz yaklaşımlarla doğru sonuçlara ulaşılması mümkün değil.
Çünkü mesele sadece fıkhın alanına giren hükümlerle sınırlı olarak düşünülüyor. Hâlbuki İslâm, fıkıhtan ibaret değil.
Burada Bediüzzaman'ın tahkikî iman temelli ve dinin fıkıh dahil bütün aksamını bu temele dayalı bir bütünlük içerisinde ele alırken, "Şeriat ikidir" tasnifiyle, bildiğimiz din anlamında olup insanın fiillerini tanzim eden şeriatla, varlık âlemindeki işleyişi düzenleyen ve her biri ayrı bir bilim dalına konu olan kanunlar manzumesi niteliğindeki "fıtrî şeriat"ı birlikte mütalâa eden yorumu son derece önemli ve orijinal.
Akılla vahyi, bilimle inanç ve dini kaynaştıran bu yaklaşım, Kur'ân'la kâinatı aynı Yaratıcının kaleminden çıkan ve birbirini tefsir eden kitaplar olarak okuyor.
Kur'ân kâinatı, kâinat Kur'ân'ı açıklıyor.
İlimleri sema, arz ve beşer ilimleri olarak üçlü bir tasnife tâbi tutan Bediüzzaman'ın bu yorumunda, her bir ilim ve fennin hakikati Rabbimizin Esma-i Hüsnasından birine dayanıyor.
Ve bizi tevhide götürüyor.
Bu yorumda, insanların hayatlarını düzenlemek için vahiyle gönderilen esaslar manzumesi olarak din ve onun içinden çıkan şeriat, müstakim akılların ürünü olarak kâinat fenleri ve beşerî ilimlerde kaydedilen inkişaflarla tam bir uyum içinde alabildiğine, ilânihaye gelişme potansiyeli olan son derece dinamik bir yapıya sahip.