Sanki yeni yazılmış gibi
Meşrutiyetin ikinci defa ilân edildiği 1908'den bu yana geçen 110 yılı aşkın sürecin başından itibaren Bediüzzaman'ın eserlerinde kayıt düştüğü parametreler ve dile getirdiği ölçüler, demokrasi serüvenimizin bundan sonraki aşamalarında da hepimize ışık tutup yol gösteren birer deniz feneri hükmünde.
Divan-ı Harb-i Örfî ve Münazarat başta olmak üzere, Said Nursî'nin o dönemde kaleme aldığı ve 1950'den sonra bazı yerlerini küçük rötuşlarla güncelleyerek "Eski zamandan ziyade bu zamanın tam bir dersi olabilir" notuyla tekrar neşrettiği eserlerini sanki yeni yazılmış gibi okuduğumuzda bunu çok daha iyi görüp anlayabiliyoruz.
Hadiselerin akışı ve hattâ çoğu zaman "Tarih tekerrürden ibarettir" dedirten şaşırtıcı benzerlikler, bu eserlerdeki fikir ve ölçülerin tazeliğini tekrar tekrar teyid ediyor.
Bunun ilginç örneklerinden biri, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra ortaya çıkan tablonun, bazı siyasetbilimciler tarafından "3. meşrutiyet dönemi" olarak nitelenmesiydi. Bu değerlendirme ile, sandıktan iktidar olarak çıkan kadrolar, "seçilmiş padişah" olma hedefi peşinde koşmakla suçlanmıştı. Meşrutiyette de başta bir padişah, yanında seçilmiş bir Meclis vardı...
10 yıl sonra 30'ların şeflik rejimi referanslarıyla gündeme getirilip savunulan ve 2017 16 Nisan'ındaki referandumla halkın yüzde 51'ince onaylandığı açıklanan "tek adam rejimi"nin yürürlüğe girmesi, bir anlamda o değerlendirmeyi doğrulamış oldu.