"Rast gelsem sille vuracağım"
Saltanat, meşrutiyet, cumhuriyet, demokrasi. Said Nursî, siyasî tarihimizin bu dört devresini de yaşamış ve her birinde, Kur'ânî prensiplere dayalı tavizsiz duruşunu korumuş bir âlim, müfessir, mütefekkir ve aksiyon adamı.
Fikirlerinin gücünden ve sağlamlığından o kadar emin ki, "Asr-ı Saadet mahkemesine de celb olunsam, üç yüz sene sonra kurulacak bir âkil adamlar mahkemesinde de yargılansam, şimdi neşrettiğim hakikatleri aynen ibraz edip savunurum" diyor.
Zira o fikirleri dayandırdığı ölçü ve prensiplerin kaynağı, zaman ihtiyarladıkça mesajları gençleşen ve tazelenen hayat rehberimiz Kur'ân-ı Kerimdeki şablonlar.
Bediüzzaman'ın çağdaşlarından farkı, bu prensipleri donuk ve hayattan kopuk bir anlayışla değil, öze sımsıkı bağlı, ama çok dinamik bir yaklaşımla yorumlaması.
Klasik ve gelenekçi ulemanın çoğunun karşı çıktığı meşrutiyeti onun şer'î delillerle savunması, istibdadı reddedip hürriyetin önem ve değerini vurgulaması, girilen yeni çağda tek adam ve tek görüşe dayalı yapılarla yola devam etmenin imkânsızlığına dikkat çekerken herşeyin meşveret ve şûrâ ile yürüyeceği Meclis sistemine geçişin kaçınılmazlığını nazara vermesi.
Evet, Said Nursî yeni çağda tek şahsın yerini şahs-ı manevînin; tek görüşün yerini istişare, ortak akıl ve kamuoyunun; kuvvetin yerini hak, bilgi ve kanunun alacağını öngörüp bir asır öncesinden itibaren dile getirerek duruşunu bu temele oturtmuş.