Ortadoğu ve demokrasi

ABD'yi can evinden vuran 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra bazı Amerikalı strateji uzmanları, özeleştiri babında şöyle bir değerlendirme yapmışlardı:

"Eğer vaktiyle Ortadoğu'da demokrasinin yerleşip hâkim olması için çaba gösterip yatırımlarımızı demokratikleşme için yapmış olsaydık, bugün çok daha farklı bir Ortadoğu manzarası ortaya çıkar ve şimdiki sorunların çoğu yaşanmazdı."

Aslında bu tesbit bir vakıanın ifadesiydi.

Daha gerilere gidildiginde ise, bölgeyi bugünkü krizler yumağı durumuna getiren ilk hatanın Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Osmanlının parçalanması ile yapıldığını ifade etmek mümkün.

Hattâ Churchill'in tecrübesi ve ileri görüşlülüğü ile bu durumu daha o zamandan gördüğü ve Osmanlı toprakları başta olmak üzere dünyayı taksim edip paylaşmak üzere 1919'da masaya oturan savaşın galiplerini şu sözlerle uyardığı söyleniyor:

"Türk imparatorluğunu parçaladığınız takdirde kontrolü elden kaçırır ve Akdeniz'den Hindistan'a kadar bütün Müslüman dünyasıyla aramızda sonsuz bir savaşın tohumlarını atmıs olursunuz."

Bu gerçekçi uyarıya rağmen, tarihten gelen bir kin ve intikam duygusunun da tahrikiyle, büyük bir iştah ve ihtirasla Osmanlının üzerine üşüşen emperyalist güçler, cetvelle belirledikleri sınırlarla Ortadoğu topraklarını aralarında taksim ettiler.

Elbette ki, bu taksimatta aslan payını alanların başında, yine Churchill'in İngiltere'si geliyordu. Kurt politikacı, ikazlarına kulak verilmedi diye, taksimatta kendi payından vazgeçecek değildi. Nitekim Filistin ve Irak gibi, günümüz Ortadoğu'sunun kriz odakları İngiltere'nin payına düştü.