Kuruldan Erdoğan'a "bürokrasi" ikazı

Ergenekon ve Balyoz ekipleriyle yapılan anlaşma ile başlayıp 15-20 Temmuz'la devam eden ve tek adam rejiminde iyice kökleşen derin yapılanmanın bilhassa Sarayda mevzilendiği ve gerek yargı, gerek yasama üzerinde yeni bir vesayet odağı olarak aktif şekilde faaliyet gösterdiği malûm.

Özellikle 15-20 Temmuz yargılamalarının bu mahfillerin kontrol ve takibinde yürüdüğü ve keza son örneğini 9. yargı paketine sokuşturulan "etki ajanlığı" düzenlemesinde gördüğümüz düzenlemelerin, parti yönetimleri ve milletvekilleri dışlanarak yine bu yapı tarafından dayatıldığı da.

Perinçek'in "Erdoğan vatansever kuvvetler tarafından ele geçirildi; 2014'ten beri ülkeyi o değil, bizim de dahil olduğumuz güçler yönetiyor" diyerek ifade ettiği bu durumu Ahmet Davutoğlu "28 Şubatçı kadrolar Sarayda" sözüyle tarif etmişti.

Biz de bu manadaki gözlem ve tesbitlerimizi şimdiye kadar defaatle dikkatlere sunmuştuk.

Ama iktidar cenahı bunları ne onayladı, ne de reddetti; sessiz kalmayı tercih etti. Bir yönüyle "Sükût ikrardan gelir" dedirten bu tavır, Can Atalay davası üzerinden patlak veren AYM-Yargıtay krizi ve 31 Mart seçimi sonrasında değişmeye başladı.

Prof. Dr. İzzet Özgenç'in "Saraydaki hukukçu geçinen çakallar" dediği isimlerin en fazla öne çıkanı bu konularda AKP'ye de, Meclise de, yargıya da "ayar" çeken çıkışlarını arttırınca, bu tavra partiden de bazı tepkilerin yükseldiğini gördük.

Bunca zamandır olup bitenler karşısında suskun kalan Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyelerinin, kendilerini o kurula atayan Erdoğan'ı, "Kanunî düzenlemeler bile, 'Toplumdaki karşılığı nedir Vatandaştaki etkisi ne olacak Vatandaş buna ne der' diye değil, bürokrasinin taleplerine göre yapılıyor. Parti de bürokrasiye göre hareket ediyor. Yok etmeye çalıştığımız bürokrasi, siyaseti yeniden eline almaya başladı" diyerek uyardıkları haberi, bu noktada yeni ve dikkat çekici bir gelişmenin işareti.