Hürriyet ve ahlâk

Üstadın Beşinci Şua'da yaptığı izahlar, hürriyete hitabındaki uyarılar bağlamında da dikkat çekici:

"Serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhalet gibi nuranî zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine kokuşmuş hevesler bataklığında birbirine saldırmak için cebrî zorlamalı bir serbestiyet ve ayn-ı istibdat bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdattan başka zabt altına alınamaz." (Şualar, s. 512.)

Üstad hürriyete hitabında diyor ki:

"Bu inkılâp, doğurduğu hürriyeti eğer meşveret-i şer'iyenin terbiyesine verse, bu milletin eski satvet ve kuvvetini ihya edecektir diriltecektir. Eğer veba-yı ağraz-ı şahsiyeye müsadif olsa veba gibi yayılan şahsî garaz ve düşmanlık hastalığına yakalansa, istibdad-ı mutlaka dönecek, o çocuk hürriyet ölecek."

Demek ki, bu çerçevede doğru tarifi yapılmamış, ahlâkî ölçülerle sınırları tayin edilmemiş bir hürriyetin, her hal ve şartta, soyut bir kavram olarak dahi uzun ömürlü olabilmesi mümkün değil.

Kayıtsız şartsız, hele nefsin arzu ve isteklerine teslimiyet anlamındaki bir "hürriyet" anlayışının getireceği sonuç ise, ürettiği anarşi ve kaosu kontrol altına almak bahanesiyle istibdada kendisini yine tahkim etme fırsatı vermesi oluyor.

İkinci Meşrutiyetle farklı bir virajı alan demokratikleşme sürecinin, cumhuriyet ve çok partili demokrasi aşamalarında da bir türlü rayına oturamaması ve birbirini takip eden farklı istibdat versiyonlarıyla sürekli kesintiye uğraması bundan.