Cemaat ve İktidar kitabımıza aldığımız "Hukuku askıya almak mı" başlıklı yazımızda, malûm sürecin başında bir iktidar kanalında sarf edilen şu sözleri aktarmıştık:
"Erdoğan'ın paralel yapıyla mücadelesi anlatırken 'Yeni bir istiklal savaşı veriyoruz' ifadesini kullanması, ne kadar vahim ve ciddî bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Böyle durumlarda hukuk dahi askıya alınabilir." (s. 78-9)
O yazıda bu anlayışın ne kadar sakat ve yanlış olduğunu detaylıca yorumlamıştık.
Ama ne yazık ki gidişat ve uygulamalar bu anlayış istikametinde gelişti; en temel hukuk prensiplerinin çiğnendiği 15-20 Temmuz sürecinde iyice zirve yaptı. İktidar medyasında bu anlayış "yedi düvele karşı verilen bağımsızlık mücadelesi, dünyaya kafa tutan güçlü ve lider ülke" gibi söylemlerle "parlatılarak" pazarlandı.
Bir SETA elemanının kullandığı şu ifadeler bu bağlamda çok dikkat çekici ve manidardı:
"Türkiye'de siyasetin ana gündem maddesi demokratikleşme mücadelesinden bağımsızlık mücadelesine kaydı. Toplumun çok önemli bir kesimi bu durumu kabullense de bu geçişe ayak direyenlerin ve gemiye binmek istemeyenlerin varlığı ve bu sürece direnenlerin ülkenin geleceğinde yer alma konusunda sıkıntılar yaşayacağı bir gerçek." (Ali Aslan, Sabah, 14.9.18)
Demokratikleşmeyi geri plana itip bir anlamda "bağımsızlığa feda eden" bu anlayışın gerek tarihî gerçekler, gerekse çağımızın icapları açısından hiçbir geçerliliği yok.
Yakın tarihimizdeki en çarpıcı örneği, İstiklal Savaşımızı zaferle neticelendiren Birinci Meclisin, aynı zamanda cumhuriyet tarihinin en demokratik Meclisi olması. Keza hukuktan asla taviz vermemesi. Bu örnek de gösteriyor ki demokrasi ve hukuk, bağımsızlık mücadelesini zaafa uğratmıyor, tersine daha da güçlendiriyor.