Cemaat ve tarikatlar; dikkat!

Diyarbakır'da Valilik ve Millî Eğitim Müdürlüğünün "Said Nursî videosu" ile Millî Eğitim Bakanlığının bazı cemaat-tarikat vakıflarıyla imzaladığı protokol üzerinden bir kez daha ısıtılıp alevlendirilmek istenen "irtica taarruzu" ve "Cemaat ve tarikatlar kapatılsın" kampanyası, sonraki diğer yoğun gündemler içinde şimdilik tavsamış görünse de, işaretler bu meselede yine derin bir hazırlığın söz konusu olduğunu gösteriyor.

Başından beri hep hazırda tutulan "irticaî örgüt" listelerinin yine el altından servis edilmeye başlandığı söyleniyor. Ama gizli anayasa ve kırmızı kitap isimleriyle maruf MGSB'de yapılan değişiklikle "irtica" tabiri yerine "dini istismar eden örgüt" nitelemesi kullanılarak.

Resmî ideoloji bekçilerinin öteden beri cemaat ve tarikatları bir taraftan "iç tehdit" olarak görüp "yeraltı örgütü" muamelesi yaptıkları, diğer taraftan gizli pazarlıklar sonucu ya "rüşvet"le veya baskı ve tehditle yanlarına çekerek "biat" ettirdikleri malûm. Gerek 1950 öncesi tek parti devri, gerekse sonrasındaki darbe ve müdahale süreçleri bunun örnekleriyle dolu.

Cemaat ve tarikatlara karşı kullanılan en etkili tuzakların ticarîleştirme ve siyasîleştirme olduğu da, bunca tecrübeyle sabit bir vakıa.

Bilhassa 12 Eylül sonrasının ANAP iktidarında uygulamaya konulan bu tuzaklar, AKP döneminde çok daha ileri boyutlara taşındı. Ne kadar dehşetli sonuçlara yol açtığını da yaşadığımız süreçte ibretle müşahede ediyoruz.

12 Eylül, 28 Şubat ve 15-20 Temmuz süreçlerinde yaşananlar, ticaret ve siyaset tuzaklarının, bunlara en fazla düşürülen cemaatleri ne hale getirdiğini gözler önüne seriyor.

Ama bu olup bitenlerden ders ve ibret alınması gerekirken, büyük ekseriyetin böyle bir tavır ve hassasiyetin çok uzağında kaldıklarını ve dahası aynı tuzaklara düşmeye teşne olduklarını üzülerek görüyor ve izliyoruz.