Bediüzzaman ve iki dil

Bediüzzaman Medresetüzzehra projesini gündeme getirdiğinde, eğitim diliyle ilgili formülünü "Lisan-ı Arabî vacip, Kürdî caiz, Türkî lâzım" şeklinde ifade etmişti. (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 290.)

Arapça gerekliydi, çünkü her şeyden önce mukaddes kitabımız bu lisanla nazil olmuş ve İslâm kültürünün temel kaynakları bu dille yazılmıştı. Ayrıca İslâm toplumunda son derece önemli yere sahip olan kavimlerden biri de Araplardı. Türkçe de aynı şekilde lâzımdı. ünkü bu üniversite resmî dilin Türkçe olduğu bir ülkede tesis edilecek ve Türklere de hizmet verecekti. Kürtçenin serbest olması ise, sunulan eğitimin Kürt çocuklarına da ulaşabilmesi için önemliydi.

Konuya ilişkin başka izahlarında, anadilde verilen eğitimin "taşa işlenen nakış" gibi silinmez izler bırakacağı (Age, s. 165.) ve müfredatın önce anadilde, sonra resmî dille verilmesi (Age, s. 211.) gibi dikkat çekici hususları da ifade ediyor Said Nursî.

Dille ilgili olarak yaşanan sancı, sorun ve sıkıntıların sağlıklı çözümlerini gösteren temel esasları onun bu tesbitlerinde bulmak mümkün.

Bunlarda bir defa, meseleyi eğitim ve iletişim ekseninde ele alıp, insan ve toplum psikolojisinin ihtiyaçlarını öne çıkaran bir yaklaşım söz konusu.

Dayatmacı ve ideolojik bir tavır asla yok.

Bir taraftan resmî dil olan Türkçeyi bir vakıa olarak kabul ediyor, korunması ve kullanılması gerektiğini ifade ediyor; diğer taraftan anadilin de aynı şekilde fıtrî bir gerçek olarak görülüp ihmal edilmemesi gerektiğini söylüyor.