Bağdat Paktının ibretli hikâyesi
ABD'nin İkinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan Sovyet ve komünizm tehdidine karşı bölgede bir set oluşturulması için telkinde bulunduğu ilk ülke olan Türkiye, 24 Şubat 1955'te Bağdat'ta Irak'la Karşılıklı İşbirliği Anlaşmasını imzaladı.
Bölge ülkesi olmasa da Ortadoğu'yla yoğun bağları süren İngiltere, imzacı ülkelerin isteği ile 4.4.1955'te pakta katıldı. Onu aynı yıl 23 Eylül'de Pakistan, 3 Kasım'da İran izledi. (İran'ın katılımı, sık sık alevlendirilen Şiî-Sünnî fitnesine karşı etkili bir formül olabilirdi.)
Böylece Bağdat Paktı, Kasım 1955'te Türkiye, Pakistan, Irak, İran ve İngiltere'nin üyesi oldukları ve merkezi Bağdat'ta bulunan savunma ağırlıklı bir işbirliği örgütüne dönüştü. Amerika ise, üyesi olmamakla beraber, Daimî Konseyinde gözlemci bulundurduğu paktı dışarıdan desteklemeye devam etti.
ABD'nin katılımı ve İngiltere'nin üyeliği, Nâsır yönetimindeki Mısır başta olmak üzere diğer Arap ülkeleri tarafından tepkiyle karşılandı.
Ama özellikle Türkiye, Irak ve Pakistan'ın bir araya gelmesi noktasından hareketle pakta destek veren Bediüzzaman konuya farklı bir açıdan yaklaştı:
"Eski zamanda İngiliz, Fransız, Amerika, siyasetleri ve menfaatleri buna (İslam birliğine) muarız olmakla buna mâni olurdular. Şimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muarız değil, belki muhtaçtırlar. Çünkü komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik doğrudan doğruya anarşistliği intac ediyor (netice veriyor). Ve bu dehşetli tahripçilere karşı, ancak ve ancak hakikat-ı Kur'aniye etrafında ittihad-ı İslam dayanabilir." (Emirdağ Lâhikası, s. 526-7)
Yeter ki, irade ve inisiyatif paktın kurucu üyeleri olan İslam ülkelerinin uhdesinde olsun.
Pakta imza koyan öncü ülkelerden Türkiye'nin millet iradesiyle iktidara gelmiş bir hükümet tarafından yönetiliyor olması, bu mananın tahakkuku açısından bilhassa önemliydi. Türkiye'nin demokraside başarısı, Irak ve Pakistan için de güzel bir örnek oluşturacaktı.