"Allah Nurunu tamamlayacak"

Nur ismi, Kur'ân'da çok zikredilen esmâdan biri. Kur'ân, "kâfirler istemese de," Allah'ın nurunu tamamlayacağını, altını çizerek vurguluyor.

Ancak, imtihan dünyası olan bu âlemde, bu nuru söndürmek için uğraşanlar da hiç eksik olmadı. Bu istikametteki gayretlerin zaman zaman "başarı"ya ulaşmış gibi göründüğü ve o nurun üzerine perde çekildiği dönemler de oldu.

Ama böyle zamanlarda, yine Cenab-ı Hakkın tavzifiyle gönderilen ve hadis-i şerifin "Peygamber vârisleri" olarak nitelediği müceddidler gelerek, dinin hakikat ve asliyetini izhar, dine karıştırılmak istenen bâtıl fikirleri iptal, dine vaki tecavüzleri red ve imha, İlâhî ahkâmın üstünlüğünü ilân ettiler. Ama bunu, "ruh-u aslî"yi rencide etmeden, yeni izah tarzlarıyla ve zamanın anlayışına uygun yeni ikna usulleriyle gerçekleştirdiler.

Bu müceddidler silsilesinin son halkası olan Bediüzzaman Said Nursî, "Kur'ân'ın sönmez ve söndürülmez bir manevî güneş olduğunu bütün dünyaya göstereceğim ve ispat edeceğim" meydan okuyuşuyla hizmet meydanına atıldı.

"İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz" diyerek bu seslenişini perçinledi ve Akif'in "Doğrudan doğruya Kur'ân'dan alıp ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı" beytiyle dile getirdiği hasrete cevap veren eserleri, Kur'ân güneşini çağın idrakine yansıtan berrak bir ayna oldu.

Bediüzzaman, müceddidlik vazifesinde selefi olan Mevlâna Halid ile talebelerinin bir asır önce yaptığı hizmeti anlatırken, İslâm âleminin parlak nuruna o zaman çekilmek istenen muvakkat bulut perdesinin ve getirdiği karanlıkların, o hizmetler neticesinde dağıldığını ifade ediyor. Ve bir sonraki asırda aynı misyonun Risale-i Nur talebeleri tarafından üstlenileceğini yazıyor.