Zeytin ve Vatan

İnsan yeryüzünde yaşamaya başladığından itibaren kendi imkân ve gücü oranında onun ancak bir kısmına hâkim olabilmiş ve hayatını da ona dayanarak sürdürebilmiştir. Bu hâkim olma ve hayatını sürdürme, tarihi süreçte, farklı şekillerde gerçekleşmiştir. Göçebelikten yerleşikliği geçiş ihtiyaçların, imkânların, güçlerin elvermesiyle farklı bir evreye geçilmiştir. Buna bağlı olarak insanın hareketi, yaşayış tarzı, duygu, düşünce ve dünyaya bakışıyla algılayışı değişmiş, gelişmiş, genişlemiş, başkalaşmıştır.

Sözgelimi konar-göçer ya da göçebe bir yaşayış içinde olan bir kimsenin, üzerinde yaşadığı toprak parçasıyla ilişkisiyle yerleşik bir kimsenin ilişkisi ya da anlayışı farklılık gösterir. Göçebe elli bir süre o toprak parçası üzerinde kalır, o da ihtiyaçlarını kolayca sağladığı ölçüde. Diyelim suyu vardır, havası temizdir, manzarası güzeldir ve bunlardan birisinin eksilmesiyle oradan ayrılır. Genellikle orada kalıcı, yaşadığını kanıtlayıcı herhangi bir iz, eser bırakmaz. En fazla iki taşı yan yana getirip yaktığı ateşin külü kalmış olabilir.

Belli bir toprak parçasına kalıcı olarak yerleşen bir kimse de, öncelikle ihtiyaçlarını karşılamak üzere bir karar vermiştir. Orada birtakım değişiklikler yapar. En basitinden ihtiyacı olan suyu gözetir, kollar, daha verimli kullanmak için yollar arar, bazı teknikler uygular vesaire. Var olan ağaçlardan yararlanırken, ihtiyaç duyduğu yeni tür ağaçlar diker, onları besler, korur, kendi imkân ve gücü ölçüsünde katkıda bulunur. Böylece yaşadığı toprak parçasına karşı, maddi ilişki yanında manevi bir bağ da oluşur. Bu bağ, öyle bir anda kesilecek, bırakıp gidilecek, hemen vazgeçilecek bir bağ değildir. Yeri geldiğinde, onu bırakmamak, ondan ayrılmamak, bir başkasına terk etmemek için uğruna kendini feda edecek bir anlam, değer ve önem kazanır. Öyle ki, bir taşını bile başkasına vermemek için mücadeleye girişir, yerine göre kendinden üstün ve güçlü olana karşı savaşır. Vatan sevgisi, imandandır, sözünün anlamını buradan çıkartmak mümkündür.

Son yıllarda toprağa ve onun üstünde yaşayanlara karşı ortaya konulan uygulamalara bakıldığında, olması gereken bir duyarlığın pek dikkate alınmadığı izlenimi doğmaktadır. Bitek, verimli arazilerin üzerine havaalanı yapılması, fabrika kurulması, toplu konut inşa edilmesi, yollar, köprüler yapılması nedeniyle insanların itirazlarıyla, toplumun belli kesimlerinin şikâyetleriyle sık sık karşılaşılmaktadır. Elbette yapılan ve yapılmak istenilen şeylerin toplumun ihtiyaçlarının bir gereği olduğu varsayılabilir. Bu bağlamda bazı kişilerin, toplumun belli bir kesiminin yararları, toplumun genel ihtiyacı ve yararı adına sınırlanabilir, hatta ortadan kaldırılabilir. Çünkü toplum yararı, kişilerin, belli grupların yararından üstündür ve hukuki bakımdan da yerindedir. Ancak bu gibi durumlarda, ihtilaflarda, kamu yararı ilkesinin yine hukukun öngördüğü ilkeler ve kurallar temelinde, hakkaniyete, nasafete, dolayısıyla adalete uygun bir nitelik taşıması şarttır.