Pusu ve Düello- III

Bundan önceki iki yazıda, "Doğu pusu kurar, Batı düello yapar" tekerleme bicine dönüşmüş ya da dönüştürülmüş sözü bağlamında, "Doğu" ve "Batı" kavramlarının tarihi verilere gönderme yaparak, "Pusu" ve "Düello" olgularının irdelenmeye, yerine göre de eleştirilmeye açık olduklarına işaret etmeye çalışmıştık.

Tarihi veriler bakımından, olguların, olayların ve durumların kayıt altına alınması, yani yazıya geçirilmesi ihtiyacına gerek duyulmasının, genel olarak "Doğu"da başlatıldığı konusunda uzlaşma olduğu öncelikle söylenmelidir. Bunun Sümerler tarafından gerçekleştirildiği üzerinde ortak bir yaklaşımın bulunduğu bilinmektedir. Diğer yandan, özellikle "Yeniçağ" tanımının bizzat yapılmasıyla, "Batı" kavramının oluşmasında ve tarihi süreçlerde gelişmesinde "Doğu" kavramının belirleyici bir nitelik kazandığı ya da kazandırıldığı söylenmiştir. Bu bağlamda, "Batı" kavramının temelleri, tarihi bakımdan ne kadar geriye götürülürse götürülsün, Akalar olarak adlandırılan topluluğun ve bunların oluşturduğu kültürden yararlanarak tarih sahnesine çıkan Yunanlılara dayandırıldığı ya da dayandırılmaya çalışıldığı konusu genel olarak kabul edilmektedir.

Ne var ki, "Doğu" ve "Batı" kavramları her zaman belirgin, sabit, adeta kesin bir ölçü olarak ortaya konulacak içerik ve nitelikte olmamıştır. Olması da beklenilmemelidir. Dolayısıyla bu iki kavram ve bunlara dayandırılan konular, sorunlar daima içerik ve nitelik değiştirmiş olarak ortaya çıkmışlardır. Dolayısıyla iki kavramı, düşünceyi ifade etmede kolaylık sağlayıcı bir öğe olarak ele almakla, düşüncenin kendisi, içeriği ve niteliğini kesin ayrımlara bağlayıcı biçimde temellendirmeye çalışmak arasında doğrudan ve değişmez nitelikler çıkarmaya yönelmek farklı olgulardır.

Bu özet tesbitler ışığında siyaset olgusunun, bugün için kazandığı içerik ve nitelikler üzerinde birtakım gözlemler yapılabilir gözükmektedir.

"Batı" kavramının siyaset bağlamında gösterdiği ya da kuramsal ve uygulama yönleriyle ortaya koyduğu verilere bakıldığında, birtakım kuralların ve kurumların belirgin, nesnel, insan ve toplumlar bakımından olumlu sonuçlar doğurduğu söylenebilir. Öncelikle siyaset toplumsal bir olgudur ve toplumun belli bir oranda rızasının gerçekleştirildiği bir gerçekliktir. Geçmişte Yunanistan'da, daha özel olarak Atine kent-devletinde aristokratlar-demokratlar, Roma İmparatorluğu döneminde "Patriciler-Plepler", Ortaçağ İtalyasında "Guelfiler-Gibelliniler" gibi siyasi parti ayrımını çağrıştıran adlandırmalarda, Yeniçağ ve günümüz anlamında bir siyasi parti olgusundan söz edilememektedir. Kuşkusuz, bunlar farklı siyasi düşünce, görüş ve eğilimleri temsil etmekteydi, ama kalıcı kural ve kurumlardan yoksundu. Temel ve belirleyici ilke, adeta mutlaklaştırılmış bir "iktidar"ı, her ne yolla olursa olsun ele geçirmek ve bu iktidara yüklenen anlamı olduğu gibi gerçekleştirmek düşüncesi söz konusuydu. Bu anlayışın yeni bir gözle ele alınmasını, yaşadığı dönemin İtalya siyaset mücadelelerini de gözlemlemek suretiyle, "İl Principe", yani "Hükümdar-Prens" adlı eserinde Machiavelli tasvir etmiştir. İktidarı, "kral" simgesi bağlamında kurumlaştırmayı amaçlamış olan Hobbes, "Leviathan" adlı eserinde ortaya koyup açıklayacaktır ki, Siyaset Felsefesi ve Siyaset Bilimi bunu "Devlet" (Etat, State) olarak adlandıracaktır. Bütün bu ve benzer incelemeler siyasetin, dolayısıyla siyasi parti olgusunun kurumlaşması sürecinde atılan adımlar ve varılan sonuçları bütünüyle içermektedir. Ancak siyaset olgusunun araştırılması, tartışılması, irdelenmesi, öncelikle, insan, birey, insan-birey hak ve özgürlükleri, toplum, toplumun insan, birey ve devlet olgu ve kurumlarıyla ilişkileri gibi iç içe geçmiş konularının, sorunlarının ve çözümlerinin, çözüm yollarının, beklentilerinin, umutlarının göz önünde tutularak tartışılmasını, irdelenmesini, açıklanmasını gerektirmektedir.