"Reşit olmayan suçlular" meselesini Kürtlükle eşitleyip kendi ideolojik yönelimlerine payanda etmek isteyenler anlayamaz, bulandırır sadece. Çünkü daha karmaşık, daha çetrefil, daha derinden bir mesele bu "tas kafa" meselesi.
Eskiden, dümdüz bir okumayla "şehrin çeperi" dediğimiz yerlere mahsus ve kısıtlı bir sorundu "reşit olmayan suçlular" sorunu. Fakat şöyle oldu zamanla. Şehrin çeperi, şehrin merkezi haline geldi. Şehir merkezleri çeperleşti. Seviyesini tekno yaşamın belirlediği gündelik yaşam, bilhassa sosyal çöküntü alanlarındaki umutsuz bebeleri "tas kafa" olarak istihdam edildiklerinde bir şansları olabileceğine inandırdı.
DEM Partili vekil, avukat bilmem ne takımının "suçlu çocuk yoktur, suça itilmiş çocuk vardır" diye gevelemelerini de bir kalem geçelim. Çünkü modern hayatın uydurduğu "18 yaşına kadar her birey çocuktur" palavrası artık çalışmıyor. Çocuklar çok çabuk büyüyor ve kendileri hakkındaki kararları çok çabuk alabiliyorlar. Eh, bunun suçlusu da "geleneksel yaşam" değil, modern hayat.
Bugün Ankara'da, İstanbul'da, İzmir'de ve hemen her şehirde karşımıza çıkan "suç çetelerinin istihdam ettiği tas kafa bebeler" sorunu doğrudan doğruya sosyolojik ve hukuki sorunlardır ve bu sorunların asıl müsebbibi tekno yaşamdır. Ve evet, dolaysız biçimde söylüyorum, şehrin çeperlerinde ya da çeperleşen merkezlerinde istihdam edilen "tas kafalar" bugünden tezi yok paket edilmezlerse memleketin başına çok büyük belalar açılacaktır.
"İstihdam" dedim evet. "Yatmazsın ama yatarsan sana içerde bakarız" cümlesiyle sigortalayan, ölen ya da yaralanan çocukları "iş kazası" olarak sınıflandıran, "az para çok emek" denklemini çoktan çözmüş; bu yanlarıyla da turbo kapitalizmi çok iyi sindirmiş suç örgütleri sosyolojik ve hukuki boşlukları pek güzel kullanarak gemilerini yürütmektedir.
Uyuşturucuyu reşit olmayan çocuğa sattırmak, infazı ya da yaralamayı reşit olmayan çocuğa yaptırmak ve "nasılsa yatarın yok" cümlesiyle sektörünü ayakta tutmak. Suç çetelerinin yaptığı budur.
Eyüp Arıcı'nın, Hakan Çakır'ın ya da Ahmet Minguzzi'nin öldürülmeleri "tas kafa istihdamı projesi"nin beklenmeyen ve kamuoyuna yansıyan sonuçlarıdır sadece. Sıkıntı çok ama çok daha büyüktür.
"Sosyolojik" dedim. O şudur: Tekno yaşamın vadettiği hayatları asla yaşayamayacağını düşünen çocuklar, "lan belki burada hayatta kalırım da yırtarım" diye düşünerek girmektedir sektöre. Başka çaresi olmadığından değil, çareyi gayrimeşruda gördüğünden. Bunu bir sorun olarak tanımlayıp çözme şansımız var mı Var elbette ama sivil toplumla var. Türkiye'de sivil toplum var mı peki Elbette ve kesinlikle yok. Dolayısıyla bu sorun orada, bulunduğu yerde büyümeye devam eder durur.
"Hukuki" dedim. O şudur: Türkiye'de mevcut ceza yasalarından sadece bu cezaları alma ihtimali çok düşük insanlar korkmaktadır. "Benim polisle, mahkemeyle ne işim olur" diyen sıradan vatandaşın dışında Türkiye'de yasaların caydırıcılığından korkan tek bir Allah kulu yoktur. Çünkü ortada korkulacak bir yasa yoktur. Yatarı olmayan suçlar, düdük gibi infaz yasalarımız, uyum-muyum derken hani "cürmü meşhud ile adam vursan 10 yıl yatıp çıkıyorsun" cümlesine bağladık meseleyi. Adalet Bakanlığı ha babam de babam yasa düzenliyor, iyi de yapıyor ama "reşit olmayan bireylerin işlediği suçlar" konusunu adam gibi ele alıp bu istihdam edilen tas kafaları ve onların patronlarını hapiste çürütmezsek bu konuyu çözme şansımız yok ülke olarak. Bize yasalardan korkulan bir ülke lazım.