Hak dediğin değirmende olur efendi

"Cümle âlem benden eyu benden kemter yoğa benzer" diyor Yunus. Bu adamlar da böyle işte. İşin doğrusunun farkına çok çabuk vararak en hakiki cümleyi kurabilme kabiliyetleri var.

Geçenlerde çok sevdiğim biri anlatmıştı. "Halvet nedir" diye sormuş bir büyüğe. O da "şu zamanımızda halvet, sokağa çıktığında bu sokakta benden daha günahkârı yok diyerek önce kendine sonra da herkese dua etmektir" diye cevap vermiş.

Günahı göstermenin ayıp sayıldığı demleri, devranları geçeli çok oluyor malum. Sıkışıp kaldığımız yerlerden biri buymuş gibi geliyor bize ama şurasını hep unutuyoruz. İnsanın imtihanının dozu arttıkça o imtihanı pek az soruyu cevaplayarak geçme şansı da artıyor. "İkindi sonrası Peygamberinin" akşama pek yaklaşmış ümmetinden olmanın bir avantajı da bu sanki.

Birkaç şey var yine de. Önceki gün, cuma namazından önce hoca efendi vaazında kul hakkından bahsederken cemaatten bazılarını başlarını tedirginlikle yere eğerken, bazılarını da başlarını hocaya hak vererek sallarken görünce yine sordum o soruyu kendime: Birinin hakkını yemektense hakkımın yenilmesini tercih eder miyim acaba

Bu sorunun standart cevabı şu değil mi: "Ne hak yiyeyim ne hakkımı yedireyim." Peki ama iki gözüm, aslında kendinde hak diye tanımladığın şey ya hakkın değilse

Bir başka patikaya sapalım madem.

"İnsana yalnızca elinin emeği vardır" ayetini nasıl anlıyoruz "Çalışıp kazandığımız hakkımızdır" şeklinde değil mi "Çok dar bir anlama biçimi" derim elbette ama itiraz da etmem bu yoruma. Daha geniş, en geniş manada bir anlama biçimi öneririm ama yine de: "İnsan bu dünyada da, öteki dünyada da sadece yapıp ettiklerinden, davranışlarından, davranmalarından sorumlu tutulacaktır."

Rahatlıkla diyebilirim ki biz dünyaya, dünyadan hakkımızı ya da payımızı almaya gelmedik. Bu oyun ve eğlence sahasında kendimizi "iyi oyun"la kayıtlı tutabilmeye ve başka bir şey hak etmeye geldik. O halde nedir o hak

Şair diyor ki "Sanman taleb-i devlet ü cah etmeye geldik Biz âleme bir yar için ah etmeye geldik."

Geçenlerde Muzaffer Özak rahmetlinin bir nasihatinde dinledim. Diyor ki: "Belki de hiç ama hiç önemsemediğin bir küçücük günah yüzünden gireceksin cehenneme. O halde günahını azımsama. Günahın küçüğü yahut büyüğü olur diye düşünme. Belki de küçücük, neredeyse yapar yapmaz unutuverdiğin bir sevap için gireceksin cennete. O halde sevabını azımsama."

O halde bu oyun ve eğlence arenasında hak edeceğimiz yegâne şeyler cennet ve cehennem midir Nasıl derler bilirsiniz: "Evet, onlar da vardı değil mi"

Ötesi var lakin. Kendinle, nefsinle, çevrenle, dünyayla barışmış biri olduğunda cennet ya da cehennem bir "hak ediş" biçimi olmaktan çıkıyor sanki. "Evet, onlar da vardı değil mi" diyebilmekten söz ediyorum yani.