Ger dilersiz bulasız oddan necat
Birinci tablo Mekke'nin fethedildiği gün Şehrin dört bir yanından Kelime-i Tevhid sesleri yükseliyor. Kâbe, bütünüyle putlardan arınmış. Yerlerde paramparça olmuş putlar, yüzlerde bitimsiz bir hamd, sonsuz bir şükür. Habeşli Bilal, o muhteşem peltekliğiyle Ezan-ı Muhammedi okuyor ve çınlatıyor Mekke'nin, ruhun sılasının göğünü. Kâbe'nin bir köşesinden, ufak tefek, fakirliği her halinden belli bir Bedevi yaklaşıyor. Bir sahabenin önünde duruyor ürkerek. Sorusunu güçlükle duyuyor sahabe. Soru şu: "Muhammed hanginiz" Sahabe efendimiz, parmağıyla, yüzü ayın on dördünü kıskandıracak kadar güzel Efendimiz(s.a.v.)'i işaret ediyor ve "işte orada" diyor. Bedevi, âlemlere rahmet olanın yanına gidip gitmemekte tereddütlü... Bir adım atıyor. Bir adım daha. Bir adım daha. Ve kendisini O'nun önünde buluyor. Bakıyor Efendimiz (s.a.v.) bu Bedevi'ye. İhtimal ki gülümsüyor. İhtimal ki bu dünyanın en güzel gülümsemesinden cesaret alıyor Bedevi. Ve titreyerek, kekeleyerek tekrarlıyor: "Ben Ben" Efendimiz (s.a.v.), gülümsemesini daha da genişleterek ve duyulduğunda insanı mutluluktan sermest eden latif sesiyle şöyle söylüyor Bedevi'ye: "Karşımda titreyip durma. Ben kral değilim. Mekkeli, kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum." İkinci tablo Bedir günündeyiz. Göklere sığmayan bir avuç Müslüman, Mekkeli müşriklerle var olma ve var kalma savaşı veriyorlar. Kılıçlar şakırdıyor, oklar vızıldıyor. Tere kesmiş ete giren kargılar, sıcak kan boşaltıyor bedenlerden. Bir ölüm kalım mücadelesi bu... Müslümanlar iyice biliyorlar ki Mekkeli müşrikler galip gelirse her birini kılıçtan geçirip İslam'ın sonunu getirecekler. Bu var oluş ve var kalış mücadelesi, Müslümanların kesin ve keskin zaferiyle sonuçlanıyor. 300 kişilik İslam ordusu, 1.000 kişilik küffar ordusunu perişan ediyor. Mekkeli müşrikler meydandan kaçarken artlarında pek çok esir bırakıyorlar. İslam ordusunun askerleri de adet olduğu üzere esirleri iplerle, zincirlerle bağlayıp Fahri Kâinat'ın (s.a.v.) huzuruna çıkarıyorlar. Esirlerin zincirlerle bağlandığını gören Efendimiz (s.a.v.), "zincirlerini çözün ve onlara su verin" buyuruyor. Sahabeden biri dayanamıyor ve "ama onlar bizi esir alsa, bize; bizim onlara davrandığımızdan çok daha kötü davranırlar Ya Resulallah" diyor. Efendimiz (s.a.v.), şu değişmez ölçüyü bırakıyor o gün orada, kılıcın kılıca, yumruğun yumruğa, kanın kana karıştığı o meydana: "Onlara, bize davrandıkları gibi davranmayın." Üçüncü tabloSıcak, esintisiz bir Medine günü Medine'nin yerleşik topluluklarından biri olan Yahudilerin acısı büyük Bir kayıp yaşamışlar.