Açlığı bastırmanın derdiyle

Dervişe "bize açlıktan bahset" demişler. "Midenin açlığından mı, gözün açlığından mı, nefsin açlığından mı, kalbin açlığından mı bahsedeyim" diye sormuş derviş.

Gözle görülür bir sessizlik olmuş dervişin bu sorularının ardından.

Derviş, usul usul anlatmaya koyulmuş.

Midenin açlığını o Norveçli büyük yazar herif anlatmıştı en iyi değil mi Ne demişti bakayım: "Sefaletim beni canımdan öyle bezdirmişti ki, artık bu hayatı savaşmaya değer görmüyordum." Haklı mıdır bunu böylece söylerken Haksızdır. Çünkü sefalet, şartları ne kadar ağır olursa olsun, ancak ona direnebilenlerin aşabileceği bir durumdur.

Kimdir şimdi dünyanın en aç insanları Gazzeliler. Duyuyoruz. Her gün bir bebek ölüyor Gazze'de açlık nedeniyle. Peki ama söyleyin bakalım, bu açlık, bizim Norveçlinin dediği gibi bir "sefalet"e dönüşmüş müdür Gazze'de Hayır, elbette hayır. Çünkü sadece midesi aç Gazzelinin. Gözü, nefsi, hele kalbi hiç aç değil. Rızkın imtihanla, izzet ve şerefin ise vakarla olduğunu bilen dervişana, mücahidana selam olsun o halde.

Söyle bakalım. Gözün aç oldu mu miden doymayı nerden bilsin a şaşkın Gözünü ancak toprağın doyurabildiği insanın midesindeki açlık toprağa girene dek ne yerse yesin, midesini neyle doldurursa doldursun geçmez.

Adamın iyisine "tok gözlü" dermiş eskiler. Bu, iki türlüdür. Birincisi gözü tok olduğundan başkasının olana haset etmez. İkincisi gözü tok olduğundan kendisinin olana şükreder. Şükür rızkı çoğaltır, rızık çoğalınca şükrü unutmazsan rızkın bereketlenir, bereket çoğalınca paylaşmayı unutmazsan dünyanın en saadetli insanı olursun. Amma ki "onda olan bende de olsun" demeye başlarsan bu seni giderek "bende olsun ama onda olmasın" demeye de götürür ki işte ol vakit gözünü ancak toprak doyurur. Şol demde yazıklanırsın ama ne çare. Sorgu sual edenler gelir de "amma aç gözlü herif idin. Şimdi rızkını, yani şu ateşi kemiredur bakalım" deyiverirler ki Allah muhafaza buyursun cümleyi.

Bir de nefsin açlığı var ki gözden de uzak ola gönülden de. Nefsi canavara benzeten büyükler aynı zamanda bize demiş olmaktadırlar ki "canavarla mücadele etmenin yolu onunla dövüşmeyi göze almak değil, onu mahrum etmeyi bilmektir." Canavara bugün et verirsen yarın o etin biraz daha fazlasını ister. Ertesi gün az daha, sonraki gün biraz daha derken nefis dediğin canavar o hale gelir ki senden neyin var neyin yoksa alır da yine de doymaz.

Anlatılır. Bir Allah dostunun ağzından fırlayıp da köpeğin kemik yaladığı gibi taşları yalamış nefsi. Demiş ki "behey Allah'tan korkmaz. Tam kırk yıldır senden bir soğukça ayran içmeni isterim de içmezsin."

İşit ki onat fehmeyle. O Allah dostunun yaptığı ilk iş bir bardak soğukça ayran içmek olmuş. Çünkü onun kastı nefsine zulmetmek değil, onu eğitmek imiş. Alırsan ibret var bu meselde.