"Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapılabileceklerini engellemesine izin verme."
"Hatırlar mısın, sen doğduğunda ağlıyordun ve etrafındaki herkes gülüyordu. Öyle bir hayat sür ki, sen öldüğünde herkes ağlasın, senin yüzünde ise anlamlı bir gülümseme olsun."(Eski bir tapınak yazıtından-Xsenius İ.Ö.9.yy)
"Yaşlanmak, bir dağa tırmanmaya benzer. Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır. Ama görüş açınız genişler..." İngmar Bergman
Yaşlanmak garip bir duygudur; o kadar gariptir ki bir gün gelip başkaları gibi bizim de yaşlanacağımıza inanmakta zorluk çekeriz. Kendi yüzümüz ve kalbimizde olan değişiklikleri; yaşıtımız olan erkek ve kadınlar üzerinde zamanın bıraktığı izleri ve tesirleri ölçmek suretiyle anlayabiliyoruz, " bir aynadan akseder gibi ". Her zaman beraber olduğumuz gözlerimiz için kendimiz, hep delikanlı / genç kız olarak kalırız. Gençliğin utangaçlıklarını ve ümitlerini içimizde saklarız. Gençlerin, kuşaklar arasında bize verdikleri sırayı gerçekçi olarak tahayyül edemeyiz. Bazen duyduğumuz amca, teyze, dede, nine vb.şeklinde bir söz bizi şaşırtabilir. Ancak bu unvanları kabul edecek yaş ve düşünce yapısındamıyız Bunu kendimize sormakta geç mi kaldık acaba Ak bir saçımız, fakat yaşlanmayı istemeyen bir kalbimiz olduğu gerçeğini kabul etme olgunluğunu göstersek mi Ne dersiniz
Hepimiz doğar, olgunlaşır ve ölürüz. Yaşam süremiz boyunca ruhun, bedenin, toplumun ve içinde bulunduğumuz çevrenin birbirini karmaşık bir şekilde etkilemesi sonucunda yaşlanırız; ama hiçbirimiz aynı şekilde yaşlanmayız. Bedenlerimiz ruhlarımıza göre, çok daha alışılmış, çok daha genel kalıplar içerisinde yaşlanır; yaşlandıkça nasıl bir görünüm alacağımızı, yaşlılığın çeşitli dönemlerinde nasıl olacağımızı belirleyen kalıplaşmış düşünceler, benliğimizden çok, görünüşümüzle ilgilidir.
Yaşlanma, hücrelerden organlara kadar tüm yapılarda fonksiyonların giderek azaldığı oldukça karışık bir süreç olup, canlı organizmanın büyüme ve gelişmesinde zamanla meydana gelen gerilemelerin toplamı ve fonksiyonel açıdan yeteneklerin azalmasıdır. Yaşlanma, bir süreçtir, doğumla başlar ve bir daha durmaz.
Çoğumuz, ilişkilerin başladığı gençlik yıllarında heyecan, cinsel enerji, merak ile dopdoluyuzdur. Kalbimiz sonuna kadar açık, ruhumuz haz ve heves ile doludur. Ancak, 40-60 yaşları arasında bir yerlerde (belki çoğumuz için daha önce) büyük rüyalarımızdan vazgeçer, yüksek umutlarımızı bir yana koyar, minimum beklentiyle yaşamaya, hatta hiç bir şey beklememeye razı oluruz. Sorun çok temel, çok basit ve son derece yanlış anlaşılan bir olgu: en büyük rüyalarımız, umutlarımız, fikir ve düşüncelerimiz kendimizle değil de sevdiğimiz kişiyle ilgili olmaktadır. İlişkilerimizin testini, sevdiğimizin bizim hayallerimize ne kadar uyduğuna, onun beklentilerini bizim ne kadar karşılayabileceğimize göre yapıyoruz. Oysa gerçek test, bizim kendi hayallerimize ne kadar uygun yaşadığımızdır. (Tanrı ile Sohbet-1 / Neale Donald Walsch)
Hayatımızın yedi dönemini belirtmek üzere Shakespeare'in "As You Like It (Beğendiğiniz Gibi)" adlı eserinde çizdiği tablo, belki de hayatın çeşitli dönemleri ile ilgili olarak çizilmiş olanların en meşhuru, en unutulmazı ve de en korkuncudur:
Önce bir bebektir,
Ağlayan, vızıldayan, dadısının kollarında;
Sonra sızlanıp duran bir okul çocuğudur, çanta elde,
Yüzü pırıl pırıl ve mahmur, çaresiz
Sürüklenir okula sümüklü böcek gibi. Ve sonra aşıktır;
Yanar, tutuşur, ah eder; sevgilisinin kaşları için
Acıklı türküler yakar. Sonra bir askerdir:
Duyulmamış cinsten yeminler eden ve bir panter gibi meydan okuyan,
Ün peşinde koşan, atak ve kavgacı,
Boş şeref uğruna kendini topun ağzına atan.
Ve sonra belediye meclisi üyesidir, koca göbekli; semiz horozlarla beslenen
Sert bakışlı ve mevkiine uygun bir sakal bırakmış,
Konuşur veciz sözlerle, ileri görüşlüdür hem,
Kendine düşeni yapar böylece. Altıncı yaş dönemi:
Ve eski moda pantolon ve terlikler ayakta;
Burnunda takılı durur gözlüğü, kesesi sarkar yanından;
Gençliğinin daracık pantolonu
Dünyalar kadar boldur artık kuru bacaklarına;
Ve koskoca erkekçe ses, bir çocuk sesi gibidir yeni baştan,
Konuşur öter gibi, ıslık çalar gibi. Son sahne:
Bu macera dolu acayip hikâyenin bittiği,
İkinci çocukluk dönemidir ve unutulup gittiği;
Dişler döküktür artık, gözler fersiz, zevklerden ve her şeyden yoksun.
Hayatın son kısmı ile ilgili diğer görüşler de pek öyle iç açıcı değildir. 16.yüzyılda Titian, insanın geleneksel üç yaş dönemini; beşikte bir