'Sultan'ın berzah seferi

HALİL USLU'YU 10. VEFAT YILDÖNÜMÜNDE RAHMETLE YÂD EDİYORUZ.

Konya'da mukimdi, ama memleketin her yerini ve dünyanın pek çok ülkesini hizmet sahası haline getirmişti. Hatırşinas dostlarına, çeşitli vesilelerle kendini davet ettirmek pahasına gidebildiği yerlere bizzat gider, gidemediği yerlere gazete dergi yazıları radyo, televizyon konuşmaları ile ulaşmaya çalışırdı.

"Sultânım!"

Hizmet vesilesi ile karşılaştığı muhatabına, selâmdan sonraki ilk hitabı böyle olurdu Halil Uslu'nun. 'Halil'in, yani Allah'ın dostu olmanın, Allah'ın dostlarını Allah için sevmenin iktizası ve adının manasını yaşamanın tezahürü idi bu hitap. Muhatabı hitabına şaşırdığı veya sebebini sorduğu zaman dikkatle yüzüne bakar ve gülümserdi.

'İman insanı insan eder, belki insanı sultan eder. Sen hem insansın, hem inanan bir Müslümansın. 'Sultan' hitabı sana yakışır' derdi.

Mezkûr vasıfları taşıması hasebiyle o da bir 'sultan'dı. Sultanlığını, Bediüzzaman Said Nursî'yi tanıyıp Risale-i Nurları okuduktan sonra idrak etmişti. Her gün Risale-i Nurları okuyarak imanını tahkim etmiş, ibadetle, tezekkürle, tefekkürle 'sultan' sıfatını kemale erdirmiş ve Nur Talebelerine biraz da dua niyetiyle 'sultânım' diye hitap etmeyi şiarı haline getirmişti.

1951 yılında Van'ın Gürpınar ilçesinde doğmuştu. Bediüzzaman'ı Van'da tanımış, Risale-i Nurları orada okumaya başlamıştı. Okudukça sevmiş, sevdikçe daha çok okumuş, mahallin diğer Nur Talebeleri ile tanışıp hemhâl olmuş, Nur hizmetini hayatî vazife saymış ve hayatı boyunca iftihar edip hakkı ile yaşamaya çalıştığı 'Nurcu' sıfatını almıştı.

VAN'DAN KONYA'YA

Sonraki yıllarda kader onu Konya'da tavzif etmişti. Hayat, mekân, imkân, hizmet cihetiyle Konya'yı sevdiği ve Mevlâna muhibbi olduğu için Konya'yı Van'dan ayırmazdı. Her halini örnek aldığı Üstadı Bediüzzaman'ın Bitlis'te doğup büyümesine rağmen 'Dâüssıla tabir edilen iştiyak-ı vatan hissi beni vatanıma sevk etti. Madem öleceğim vatanımda öleyim diye Van'a gittim' (Lem'alar, s. 377.) diyecek kadar kendisini Vanlı sayması gibi o da Konya'yı ikinci vatan addetmişti.

Konya'da mukimdi ama memleketin her yerini ve dünyanın pek çok ülkesini hizmet sahası haline getirmişti. Hatırşinas dostlarına, çeşitli vesilelerle kendini davet ettirmek pahasına gidebildiği yerlere bizzat gider, gidemediği yerlere gazete dergi yazıları radyo, televizyon konuşmaları ile ulaşmaya çalışırdı.

Bu maksatla Yeni Asya gazetesindeki köşesinde yıllarca müessir yazılar yazmıştı. Konya'daki bazı mahallî gazetelerde de yazıları yayınlanırdı. İlâhî veya şarkı tarzında bestelenecek his ve duygu dolu şiirleri vardı. Bazı radyolarda ve televizyonlarda sohbet programları yapmıştı. Müstear isimle spor yazarlığı yapacak kadar müktesebatı genişti.

KAHRAMAN BİR NUR TALEBESİYDİ

Bediüzzaman Said Nursî'nin talebelerine atfettiği aziz, sıdık, fedakâr, kahraman gibi sıfatları hakkıyla haiz bir Nur Talebesi idi. Aynı zamanda kendine has meziyetleri olan müstesna bir insan, mahir bir hatipti. Hayatının önceliği, Risale-i Nur hizmeti idi. Hususî sohbetlerinde hep Bediüzzaman'ı anlatır, Risale-i Nurlardan veciz ifadeler naklederdi.

Medenî cesaret sahibi idi. Gittiği yerlerde mahallin resmî makamlarını, dinî mercilerini, siyasî partileri, yayın kuruluşlarını, dernekleri, vakıfları ziyaret ettiği; siyasî şahsiyetlerle, temayüz etmiş kişilerle, iş adamları ile bürokratlarla, akademisyenlerle görüştüğü için olsa gerek, ekseriyetle koyu renkli takım elbise giyer, açık renkli gömlek üzerine elbisesi ile insicamlı kravat takardı.

MÜSTESNA BİR HİTABETİ VARDI

Muhabbet ehli bir şahsiyet olduğundan her vesile ile çeşitli hizmet mahallerine davet edilirdi. Dersi okuyacağı zaman önce cemaatle kaynaşır, nazının geçtiği kişilerle mülâtefe eder ardından sakin bir ses tonu ile ders okumaya başlardı. Bahsi fazla izah etmez, başka risalelerdeki ilgili yerlere atıfta bulunurdu.

Konferans, seminer vermek, çeşitli vesilelerle konuşma yapmak maksadıyla sahneye çıktığı zaman önce salonu dolduran kalabalığı dikkatle süzer, içinden tanıdığı kişileri muhatap alarak bazı hatıralar anlatır, birkaç nükte yaparak konuşmaya başlardı. Konuştukça heyecanlanır, kendine has el-kol ve vücut hareketleri yaparak coşar, coşturdu.

Programda kendisinden başka konuşmacılar varsa konuşmasını ekseriyetle kendisine ayrılan zaman içinde bitirirdi. Lâkin kendisi öyle arzu ettiği için olsa gerek çoğu zaman programlara tek konuşmacı olarak davet edilirdi. Konuşmasına, içinde anlatacağı mevzu ile ilgili notların bulunduğu koca bir dosya ile çıkardı. Hemen her konuşmasını irticalen yapardı. Yeri geldikçe anlattığı meselelerin belgelerini ve gazete kupürlerini o dosyadan çıkararak gösterirdi.

"MÜJDELER AĞLAYANI"

Müjde Peygamberi Hz. Muhammed (asm) adlı bir kitap yazdığı için yaptığı konuşmaların esasını müjde teşkil ederdi. 'Sevdiriniz, korkutmayınız' hakikatine hayatında olduğu kadar yazılarında ve konuşmalarında da uyardı. Zahiren en kötü hadiseler ve bedbinliğe, ümitsizliğe, karamsarlığa müsait hallerde bile kendince bir ümit vesilesi bulur, müjde verirdi. Bu hususiyetini bilenler ona 'müjdeci' veya 'tebşirci' derlerdi.

Mevzua hâkim olduğu ve pek çok yerde işlediği için konuşmasında değil bilgi yanlışlığı, ifade bozukluğu, kekeleme, tekrarlama ve 'ıııı, eeee, şeeey' gibi manasız sesle boşluk doldurma bile olmazdı. Anlattığı meseleyi yarım bırakmamak için konuşmayı uzattığı hallerde salonda rehavet hissederse, mevzu ile alakalı bir hatıra, fıkra veya kıssa anlatarak dikkatleri toplamaya çalışırdı.

"Hani alkış, bu sözler alkışlanır, uyuyanları alkışlayarak uyandıralım."

"BURADA ALKIŞLANACAK" DERDİ

Sözün uzadığı, konuşmanın monotonlaştığı hallerde durur, dikkatle salonu süzer, ardından da kendisine has ses tonu, tavır ve hareketlerle söylediği böyle ifadelerle dinleyenlerden alenen alkış isteyerek rehaveti dağıtır, dikkatleri toplar, uyuyanları uyandırır ve konuşmaya aynı heyecanla devam ederdi.

Kendisini alenen alkışlatması, konferansa, seminere, düğün-nişan konuşmasına, okuma programlarına, pikniklere davet ettirmesi gibi bazılarınca pek hoş görülmeyen hareketleri, onu yakînen tanıyan, ahvaline aşina olan dostları tarafından velayet halini perdelemek, kerametini gizleme fazileti olarak görülürdü. ünkü çoğu zaman gayr-i ihtiyarî yaptığı ve kendisinin bile fark etmediği fevkalâde haller yaşardı.

ŞAKACI VE NÜKTEDANDI

Halil Uslu, halinden beklenmeyecek kadar şakacı ve nüktedandı. Muhatabını tanımadan şaka yapmaz, şakalarında haddi aşmaz, nükteleri sakil kaçmazdı. Bilhassa gençlerle birlikte olduğunda 'Otuz Beşinci Söz neden bahseder Kırkıncı Lem'a'dan bir ders oku' gibi nüktelerle dikkatleri ölçer, nazarları Risale-i Nurlara çekerdi.

Hassas mizaçlı, nezaketli, naifti. Halden anlar, vefa gösterir, gönül almayı iyi bilirdi. Cep telefonu ile mesajlaşmanın olmadığı zamanlarda, küçük-büyük demeden tanıdığı herkese bayram tebriki için ön yüzünde bulunduğu mahallin tabiî, tarihî manzarası bulunan tebrik kartı gönderirdi. Bilhassa yurt dışında olduğu zamanlarda ailesine tebrik kartı gönderirken, kendisi gibi misafir olan arkadaşları için de tebrik kartı alır ve onların da aileleri ile bayramlaşmalarını sağlardı.

ABDULMECİD NURSÎ İİN KİTAP YAZDI

Bediüzzaman Said Nursî'nin neseben en küçük kardeşi ve talebesi olan Abdulmecid Nursî (Ünlükul) Konya'da yaşadığı zamanlarda onu sık sık ziyaret ettiği, ailece görüştüğü, sohbetlerinde bulunup hatıralarını kaydettiği, ahvâline âşinâ olduğu, Abdulmecid Nursî kitabını yazdığı için Nur Talebeleri arasında Abdulmecid Nursî uzmanı olarak bilinirdi. Onlar da onu ve ailesini severler, Üstadla ve hizmetle ilgili taleplerini geri çevirmezlerdi.

Bitkisel ilaçlar, tabîi tedavi hususunda Şifa Yaprakları adlı kitap yazacak kadar ihtisas sahibi idi. Bilhassa ardıç tohumunun faydalarını anlatır, balla pekmezle karıştırılarak macun yapılmasını ve hangi rahatsızlıklara karşı nasıl kullanılması gerektiğini izah ederdi. Kimyevî gübre kullanılmamış, ilaçlanmamış üzüm, elma, erik gibi meyvelerden evde yapılmış sirkeleri içmenin sünnet olduğunu söyler, her gün bir çorba kaşığı kadar sirke içmeyi tavsiye ederdi.