Risaleleri İran'a ulaştırdı
BEDİZZAMAN'I DEFALARCA ZİYARET EDEREK, İRAN'A RİSALELERİ ULAŞTIRAN "TERZİ" KÂMİL ACAR 12 TEMMUZ 2007 TARİHİNDE KENDİSİNİN OKUDUĞU BİR NUR DERSİNİN AKABİNDE DNYADAN BERZAH ÂLEMİNE GEÇTİ. DNYADA İKEN, ZİYARETİNE BYK BİR İŞTİYAK DUYDUĞU STADINI MANEVÎ MESKENİNDE ZİYARETE GİTTİ. BU ZİYARET DNYADAKİ ZİYARETLERDEN FARKLI İDİ.
"Nurun mesleğinde hubb-u Ehl-i Beyt esastır; elbette hakikî Alevîler kemal-i iştiyakla o daireye girmeleri gerekir."
1918 yılında Van'ın Muradiye ilçesinde dünyaya gelen Terzi Kemal, Risâle-i Nurları yeni tanıdığında bahisleri okudukça o zamana kadar zihnini karıştıran meselelerin hallolduğunu, şüphelerinin, tereddütlerinin izale edildiğini anlayınca hayran kalmış ve Risâle okumayı günlük işlerinin başına almıştı.
Bir gün dükkânında, insanlara Risâle-i Nurları anlatma niyetiyle tefeül ettiğinde mezkûr cümle çıkınca şaşırdı. O zamana kadar çeşitli telkinler yüzünden alevî olarak bilinen ve bazıları müşterisi olan komşularına, arkadaşlarına biraz mesafeli durmuştu. Cümleyi tekrar okuduğunda bir tabir dikkatini çekti.
Hakikî Alevîler!
Tanıdığı 'Alevî' sıfatlı arkadaşlarının kahir ekseriyeti iyi insandı. Her vesile ile Hazret-i Ali'yi nazara verirlerdi. Bazılarının ifrat veya tefrit halleri olsa, bazıları namaz kılmasa, kimi evinde kıldığını söylese de camiye gidip beş vakit namaz kılanlar da az değildi. Kendisi de Hazret-i Ali'yi (ra) çok severlerdi.
"Ben de bir Alevî'yim, hem de hakiki Alevî."
Böyle diyerek meseleyi biraz araştırınca Bediüzzaman'ın mezkûr sözünü gerçekleştirmek istercesine Alevîlerin yanı sıra Caferî, Vehhabî, Râfizî gibi sıfatlar taşıyan yüz binlerce insanın Risale-i Nur ve Nur Talebeleri sayesinde içinde bulunduğu ifrat, tefrit hallerini bırakarak İslâmiyeti, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat akidelerine göre yaşamaya başladığını anladı.
MSLMAN İSEVİLER
"Bazı misyonerler de, din-i İsa'nın (as) hakikî ruhanîsi de o daireye gireceklerine emareler var. Birbirine hücum değil, belki bir tesanüd, bir musâlaha lüzumunu hissedip medar-ı münakaşa meseleleri ortaya atmıyorlar."
Zihni Alevî meselesi ile meşgulken, tevafukî bir tefeül sırasında karşısına bu ifadeler çıkınca hayreti daha da arttı. ünkü cümleler, Risâle-i Nurların hitap sahasının yalnız Müslümanları değil, Hıristiyan dünyasını, hatta bütün insanlığı içine alacak kadar geniş olduğunu anlatmaya yetiyordu.
"Bu tefeülde bana bir işaret var."
O günlerde Isparta'dan gelen bir Nur Talebesini, Nurcuların irtibat merkezi olan terzi dükkânına davet etti. Aralarında mahallindeki Nur Talebelerinin de bulunduğu sohbet sırasında stadın, dünyadaki pek çok ülkenin dinî mercilerine mektup yazdığını ve Risâle-i Nurları gönderdiğini anlattı.
STADI ZİYARET HEYECANI
Daha önce yurt dışındaki hizmetler hakkında bazı haberler duymuş, ekseriyeti Avrupalı, Amerikalı olan binlerce Hıristiyan insanın Risâle-i Nurlar vasıtasıyla İslâm dinini tanıyıp Müslüman olduğunu, Bediüzzaman Hazretlerinin bazı dış ülkelere Risâle gönderdiğini duymuştu, ama yapılan hareketin böylesine beynelmilel bir hizmet hamlesi olduğunu düşünmemişti. Haber Terzi Kâmil'i heyecanlandırmaya yetti.
O zaman karar verdi Bediüzzaman Said Nursî'yi ziyaret etmeye. ünkü sadece Risâleleri okumanın yetmeyeceğini, Risâle-i Nurları okuyup anlamak, hassaten yaşamak için müellifini tanımak, bilmek gerektiğini; onu ziyaret ederek bizzat görüşmenin, hayat hallerine âşinâ olmanın o hakikatleri yaşamayı kolaylaştıracağını hissetti.
Gelen misafirden ziyaret hususunda gerekli bilgileri aldıktan sonra 1952 yılında önce Diyarbakır'a gitti, oradan Urfa'ya geçti. Urfa'da Bediüzzaman'ın talebelerinden Abdullah Yeğin ile tanıştı. Onun mütevazı, müstağnî ve vakur haline hayran kaldı. Onun bu halinin, risalelerdeki imanî, Kur'ân'î hakikatleri yaşamasının tezahürü olduğunu görünce Bediüzzaman'ı ziyaret isteği iştiyak halini aldı.
"Ben de Abdullah Yeğin gibi bir Nur Talebesi olmalıyım."
Onu ilk gördüğü zaman zihninde şekillenen bu kanaat, yanında kalıp okuduğu dersleri dinledikçe ve 'stadın emri ve izni ile hazırladığı Yeni Lügat çalışmasına şahit oldukça1 ve Risâle- Nurları yaşayarak hüsn-ü misal olma hallerini müşahede ettikçe o his kanaat olmaktan çıkıp hayatî bir hedef haline geldi.
Ona göre hâl-i hazır ve istikbalde onların yerini alarak o sıfatları taşıyacak olan müstakbel Nur Talebeleri; onların yaptıklarını yaparak mesleklerini 'hakikî ihlâsla tam muhafaza ettikleri' takdirde 'İmam-ı Ali'nin (ra) otuz-kırk işaretiyle sarâhat derecesinde haber verdiği gibi zamanın müthiş yaralarına tam bir ilâç olan Risale-i Nur'un imanî, içtimaî, siyasî müessiriyeti kıyamete kadar artarak devam edecekti.
Bediüzzaman Said Nursî'nin; Risale-i Nur Külliyatının telifini tamamladıktan sonra din, dil, ırk, mezhep, ülke, kıta ayırımı yapmadan, içtimaî, siyasî, askerî, iktisadî, medenî gelişmesini sağlayıp devlet kuran bazı ülkelere ve onların bünyelerindeki etnik unsurlara hitap edecek şeklide Risale-i Nur Külliyatı göndermesinin bir hikmeti de bu olmalıydı.
"TERZİ KEMÂL" EMİRDAĞ'DA
Terzi Kemal, Abdullah Yeğin'den de Bediüzzaman ile ilgili bazı bilgiler ve tavsiyeler aldıktan sonra bu gibi kanaat, kararlılık ve düşüncelerle gitti Emirdağ'a. İlk gün kabul edilmeyince otelde bekleyip sabaha kadar Cevşen okumak pahasına da olsa Mehmed alışkan'ın yardımı ve Zübeyir'in müzahereti ile ikinci gün stadın huzuruna çıktı. Heyecandan bir şey söyleyemeyince söze stad başladı.
"İsmin ne senin"
"Kemal."
"Senin ismin Kemal değil Kâmil."
"Tamam stadım."
"Mesleğin ne"
"Terziyim."
"Benim terzi talebelerim bana çok sadıktır."
"Ben de sadık bir talebeniz olmak istiyorum."
"Nereden geliyorsun"
"Van'ın Muradiye ilçesinden."
"Hangi aşirettensin"
"Haydaran aşiretinden."
"Seni Haydaran aşireti namına kabul ediyorum."
"Müteşekkirim Efendim."
"Geylânî bile gelse, ziyareti hizmet için olmazsa görüşmem."
"Ben hizmet etmek için geldim."
"Almanya'ya çok eser gönderiyorum. Almanlar Zülfikâr'ı başları üstünde tutuyorlar."
"Beli stadım."
TERZİ KEMAL'DEN TERZİ Kâmil'E
Huzurundan ayrılınca onun söylediklerini hatırlayıp Muradiye'de yaptığı tefeülün emarelerinin çıkmaya başladığını hissetti. Bu ziyaretin ilk meyvesi, Terzi Kemal'in, Terzi Kâmil olması idi. Zîra Kemal kelimesi isim ve mânâ itibariyle makûl de olsa, söylendikçe menhus ve menfur bir şahsı tedai ettirdiği için Kâmil şeklinde değiştirmiş, o da bu yeni ismi memnuniyetle kabul etmişti.
İkinci meyvesi ise Bediüzzaman'ın başlattığı beynelmilel hizmet hamlesinde Terzi Kâmil'in de mühim bir vazife alması idi. ünkü ülkelere Risâle gönderme işinde İran ile muhabere vazifesini üzerine alan Ağrı eski mebusu Ahmed Alpaslan oradaki kişilerle irtibat kuramamış, bu yüzden de İran'a gitmesi gereken Risâle-i Nurlar gönderilememişti.
"İRAN'A NURLARI SEN GÖTR"
"İran'daki kişilerle muhabereyi sen temin et ve oraya Risâleleri götür."
Bediüzzaman'ın bu talimatı üzerine İran'a Risâle gönderme vazifesini üzerine alan Terzi Kâmil, başka şehirlere de gideceği için kitapları yanına almadı. Zübeyir'den oradaki kişilerin isimlerini ve adreslerini öğrendi, götürülecek kitapların posta ile gönderilmesini istedi. Zübeyir de kitaplarla birlikte yapılması gereken işleri muhtevî bir mektup yazarak Muradiye'ye gönderdi.