Asr-ı Saadet Cumhuriyeti

16. Risâle-i Nur Kongresi Cumhuriyet ve Meşveret Masası

Her sahada olduğu gibi cumhuriyet hususunda da kemalatın menşeidir Asr-ı Saadet. Zira cumhuriyet mukteza-i hilkattir, fıtrattır, adalettir, meşverettir, hürriyettir, demokrasidir. Hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyenin ruhu hükmünde olan bu hususlar, Peygamber Efendimizin (asm) teşrifinden, Kur'ân-ı Kerimin inzalinden ve İslâmiyetin intişarından sonra insanlığın ortak değeri haline gelmiştir.

"Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yarattım, tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa sizi kabile kabile yarattım ki yekdiğerinize karşı inkâr ile yabanî bakasınız, husumet ve adâvet edesiniz değildir." (Mektubat s: 538)

Hilkatin hikmetlerinden birinin ifadesi olan ve cumhuriyet idaresini tedai ettiren bu âyet-i kerime, o Kur'ânî hakikatin terennümüdür. Bütün insanlığa hitap eden, ferdin, ailenin, cemiyetin, milletin, beşeriyetin dinî, manevî, maddî, içtimaî, siyasî, iktisadî huzurunu sağlayacak hususiyetleri haiz olan Kur'ân-ı Kerim, Asr-ı Saadette inzal edildiği ve mütekâmil manâda o zaman yaşandığı için cumhuriyetin ilk ve en güzel tatbiki de Saadet Asrında gerçekleşmişti.

"Bir kavmin (milletin) idarecisi, o kavmin hadimidir."

Mezkûr âyet-i kerimede olduğu gibi Peygamber Efendimizin (asm) bu hadis-i şerifinde de cumhuriyet idaresinin iması vardır. Onun (asm) ve cihar-ı yâr-ı güzinin zamanında, ashabın meşvereti sayesinde teşekkül eden cumhuriyet, idare edeni - edileni ile bütün insanların adalet, hürriyet, huzur, mutluluk, refah içinde yaşamalarının zeminini hazırlamıştı.

"Karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler." (Tarihçe s: 626)

Bediüzzaman Said Nursî, bu sözlerle cumhuriyetçi olduklarını ifade ettiği karınca, arı türlerini, âyet-i kerimede geçen 'millet' tabiri ile tavsif ederek, milletlerin de tıpkı karıncalar, arılar, sığırcık sürüleri, göçmen kuşlar gibi fıtrî cumhuriyet idaresiyle yönetilmeleri gerektiğini hatırlatmıştı. Milletlerin, bir nevi fıtrî cumhuriyetle idare edilen o mahlûkattan farkının, fertlere hürriyet-i şer'iye hakkı tanıması olduğunu nazara vermişti.

"Hürriyetin şe'ni odur ki ne nefsine, ne gayriye zararı dokunsun."

Bediüzzaman Hazretleri, sû-i istimale müsait olan hürriyet mefhumunu idarecilerin inisiyatifine, insanların ihtiyarına bırakmamış, mezkûr ifade ile şer'î hükümler içinde tarif ederek istismarına mani olmaya çalışmıştı. Onun, 'Hürriyet-i Şeriye' diye tavsif ettiği hakiki hürriyet, ancak adaletle sağlanacağı için adaleti de cumhuriyetin vazgeçilmez unsurlarından biri olarak görmüştü.

Adalet tabiri de beşerî kanunların hükümlerine, idarecilerin insafına, hâkimlerin vicdanî kanaatlerine, hukukçuların inisiyatifine bırakıldığı takdirde tam tecelli etmeyebilir. O zaman idare edenlerle edilenler arasında olması gereken âdil denge bozulur, cemiyetin huzuru kaçar, milletin mutluluğu selbolur.

"İsm-i Adl'in cilve-i azamından gelen kâinattaki adâlet-i tamme, umum eşyanın muvazenelerini idare ediyor. Ve beşere de adâleti emrediyor." (Lem'alar s: 878)

Bu ifadesinde de görüldüğü gibi kâinat mutlak adalet üzerine müessestir. Nitekim bu hilkat hakikatinden hareket eden Hazret-i Ömer 'Adalet mülkün temelidir' diyerek, Asr-ı Saadet Cumhuriyetini adalet temeli üzerine tesis etmişti. Bunu da şahsî kararla değil, ashaptan meydana gelen meşveret meclisleri ile istişare ederek yapmıştı.
"İşlerinde onlarla istişare et." (Âl-i İmran: 159)

Yapılacak işlerde ehil kişilerle meşveret etmek mezkûr âyetle sabit Kur'ânî bir hükümdür. Asr-ı Saadette yapılan meşveretler usulüne uygun olsa da zamanla bu husustaki hassasiyetlerde bazı zaaflar tezahür ettiği için cumhuriyet telakkisinde Asr-ı Saadeti esas alan Bediüzzaman Said Nursî, beşerî zaafların istişarî işleyişe sirayet etmemesi için 'meşru' sıfatını eklemiş ve cumhuriyetin esası olan meşverete 'meşveret-i meşrua' demişti.

Bu Kur'ânî, imanî, insanî, fıtrî, içtimaî hakikatler gösteriyor ki cumhuriyet, kâinatta râcî âdetullah kanunlarına riayettir.

Cumhuriyet.

Bu fıtrî idare şeklinin, insanlık tarihinde ismen olmasa bile fiilen mükemmel mânâda yaşandığı yegâne zaman, Asr-ı Saadettir. O müstesna zamanın, necib milletin, muazzam ümmetin yegâne reisi ve şer'î idare şeklinin fiîli müessisi de Hazret-i Muhammed Aleyhisselâtü Vesselâmdır.

"Maddeten ve manen hâkim, hem de gayet cesim bir devleti kısa zamanda teşkili, hem de düvel-i râsihayı def'î gibi galebe etmesi, mâneviyat ve ahvâlde câri olan âdâtın hârikıdır." (Şuaat s: 46)

Bediüzzaman Hazretlerinin bu şekilde de ifade ettiği gibi 'âdetleri, kanunları mucizevî bir şekilde gerçekleştiren' Peygamber Efendimiz (asm) kısa zamanda fıtrî cumhuriyet mahiyeti taşıyan idare şekli ile maddî, mânevî, hâkimiyeti sağlayan büyük bir devlet kurmuştu.

Onun (asm) risaleti ile birlikte; tarihte emsali görülmeyecek bir hızla kurup geliştirdiği devletin idarî, siyasî, içtimaî, iktisadî, askerî, adlî, hukukî ve sair muamelatını fiilen mükemmel bir şekilde icra etmesine; müstakbel devlet ve siyaset adamlarına devlet idaresi hususunda da yol göstermesine rağmen muhtemelen, hilâfetin saltanata dönüştürülmemesi gerektiğini nazara vermek için hiçbir idarî, siyasî, askerî, iktisadî ve benzeri dünyevî sıfat taşıma ihtiyacı hissetmemişti. Zaten onun müstesna şahsiyeti ve ulvî sıfatı bütün kemalât-ı beşeriyenin fevkindeydi ve hepsini muhtevi idi.

"Hulefâ-i Râşidîn, her biri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddık-ı Ekber (ra) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Hakiki adâleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan manâ-i dindar cumhuriyetin reisleri idiler." (Tarihçe-i Hayat s: 626)

Bu beliğ sözler, o kudsî hakikatin ifadesidir. Sahabelerin, cumhuriyeti tedai ettirecek şekilde yaptıkları istişarî tercihle iş başına gelen halifeler, 'emir' 'imam' sıfatı taşısalar da hem halife, hem bil-manâ reis-i cumhur addedimişlerdi. Onlar, Hazret-i Muhammed'den (asm) gördükleri usullere ittibaen, her sahanın erbabı sayılan kişilerle meşveret etmişler ve ehil Sahabeleri mühim makamlara, mevkilere tayin ederek idarî, iktisadî, askerî işleri başarı ile yürütmüşlerdi.

Asr-ı Saadet; hürriyet-i şer'iye, adâlet-i mahza, meşveret-i meşrua idi. Yaşanan fıtrî ve fiîli cumhuriyet idaresi sayesinde cehalet asrı, Saadet Asrı hâline gelmişti.

"Benden sonra hilâfet otuz senedir. Din peygamberlik ve rahmet olarak başladı. Sonra rahmet ve hilâfet olacak. Arkasından ısırıcı bir saltanat gelecek. Daha sonra da yerini serkeşlik ve zorbalığa bırakacak." (Mektubat s: 176)