Geçen yıl, Ziya Gökalp'in baş eseri Türkçülüğün Esasları'nın 100. yayım yılıydı. Yeni Ufuk Dergisi etrafında toplanan gençler yeniden kurdukları Töre-Devlet Yayınevinden kitabın pek hoş bir baskısını çıkardılar ve Ankara'da bir sempozyum düzenlediler. Bu yıl ise Gökalp'i kaybedişimizin 100. yılı. Her iki yıl dönümü için de benden yazı istendi.
Bugün bazılarının tehlike olarak değerlendirdiği Türkçülük tahsiline bendeniz çok erken başladım. Dolayısıyla Akçura'yı, Gökalp'i, Sadri Maksudi'yi lise çağlarımda okudum. Anladığım o zamanki kapasitem kadardı herhâlde. Böyle yıl dönümleri, bu temel eserleri tekrar okumama vesile oluyor ve bu fikir zirvelerinin yazdıklarını bir daha ve bugünkü donanımımla okuyorum. Yüz yıl önceki vukuflarını, bilgi ve derinliklerini daha iyi anlıyor ve takdir ediyorum. Keşke onların seviyesini ve zamanın bilimiyle iç-içeliklerini devam ettirebilseydik.
TÜRKÇÜ VE BİLİMCİ GÖKALPGeçen asrın Türkçüleri, bilimi öne çıkarır. Dev eseri Atatürk- Entelektüel Biyografi'de de Prof. Hanioğlu, Atatürk'ün fikir yapısını iki kelimeyle özetler: Türkçü ve bilimci. Bu fikir adamları da tıpkı öyledir: Türkçü ve bilimci. Sadri Maksudi'nin baş eserinin adı, Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları'dır. İngilizler, İstanbul'daki Türkçüleri toplayıp Malta'ya götürdükleri ve yargıladıkları sırada Gökalp'in yaptığı pek hoştur. Ziya Bey, bütün Türk tutsakları toplar ve onlara sosyoloji, evet sosyoloji dersi verir.
Aşağıdaki satırlar, yıldönümlerinin yeniden okumalarında özellikle dikkatimi çekti. Gökalp, Malta'dan sonra da ders veriyor: Toplum birimlerinin tarih içinde gelişmesi, Tönnies- Weber sosyolojisinin cemaat cemiyet (gemeinschaft - gesellschaft ) ayrımı uyguladığı müfredatın maddeleri. Fakat özellikle üstünde durduğu, kimlerin müstemleke olup kimlerin olamayacağı. Siyah vurgular bana aittir.
"Fakat, millîyet devresi nihayet, diğer Avrupa kavimleri için de hulul etti. Hollandalılar, Fransızlar ilh kendi kendini idare eden millet hâlini almaya başladılar. Tarih, umumi bir kaide olarak gösteriyor ki her nereye millîyet ruhu girdiyse, orada büyük bir terakki ve tekâmül cereyanı doğdu. Siyasi, dinî, ahlaki, hukuki, bedii, ilmî, felsefi, iktisadi, lisani hayatların hepsine gençlik, samimilik ve taravet geldi. Her şey yükselmeye başladı. Fakat bütün bu terakkilerin fevkinde olarak yeni bir seciyenin husul bulduğunu da yine bize mukayeseli tarih haber veriyor. Millî vicdan nerede teşekkül etmişse, artık orası müstemleke olmak tehlikesinden ebediyen kurtulmuştur."
MİLLÎ VİCDAN VE MANDA"Filhakika, bugün Milletler Cemiyeti, Almanya'yı bir müstemleke hâlinde Fransa'ya takdim etse, acaba Fransızlar bu hediyeyi kabule cesaret edebilirler mi Macaristan'ı ve Romanya'nın, Bulgaristan'ı Yunanlıların mandası altına koymak istese bu iki devlet şu mandaları kabule yanaşabilir mi Şüphesiz hayır! Çünkü mandater olmak isteyen bir devlet mandası altına girecek memlekette kolayca hâkim olmak ister. Hâlbuki millî vicdanı uyanmış bir ülkeye kocaman ordular gönderilse bile, orada en küçük bir nüfuz kazanmak mümkün değildir. İngilizlerin Trakya ile İzmir'i Yunanlıların, Adana ve havalisini Fransızların, Antalya'yı İtalyanların mandası altına vermesi, İstanbul'u kendi eline geçirmek içindi.
Bütün bu devletler, Anadolu millî vicdanın uyandığını, Yunan ordularının millî kıyam karşısında buz gibi eridiğini görünce bu ham sevdalardan vazgeçmeye başladılar. Amerika'nın ne Ermenistan'da, ne de Türkiye'de manda kabulüne yanaşmaması da buralardaki millî vicdanın şiddetini görmesinden dolayıdır.