Herkes çalıyor mu dersiniz

İnsan, toplum yaratığı. Üyesi olduğu toplumla sıkı sıkıya ilişki içinde. Bu, en az taş devrinden beri böyle. Geçen yazımda bahsettiğim gibi kültür psikoloğu Prof. Michael Morris, insan toplumlarını üç içgüdüye dayandırıyor: Akranları taklit içgüdüsü, kahramanlar gibi olma içgüdüsü ve geçmişi kutsama içgüdüsü. Öyle anlaşılıyor ki zavallı okuyucumun kaçma şansı yok. Art arda olmasa da bunları anlatacağım; fırsat buldukça da kendi toplumumuza ve zamanımıza uygulayacağım.

Yukarıda "taklit" dedim. Öyle anlaşılıyor ki insan taklitçi. Taklitçilikle suçladığımız maymunlardan daha taklitçi. Morris anlatıyor: "Okul öncesi yaşlarda çocuklar, bir bulmacayı bir yolla çözmeyi başardıktan sonra bakıyorlar. Eğer akranları başka bir yolla çözmüşlerse hemen o yolla çözmeye başlıyorlar. Hâlbuki şempanzeler ve orangutanlar, bir çözüm bulmuşlarsa bir daha onu bırakmıyor. 'Maymunlar taklitçidir" anlayışımıza veda edebiliriz. Asıl taklitçi biziz."

KURUMLARIN YÜKSELİŞİ VE ÇÖKÜŞÜ

Bu taklitçiliğimiz bazen iyi, bazen kötü. Çevremize uyuyoruz ya. O çevre iyiyse ne âlâ. Çevre insanı yaratıyor ve biz de iyi çevrenin iyi bir üyesi oluveriyoruz. İşte gelenek sahibi kurumları başarılı kılan bu uyum. Harvardlar, Oxfordlar, Batı'nın asırlardır başa güreşen üniversiteleri, her yeni gelenin taklit mecburiyetinde kaldığı olumlu kültürleri sayesinde başa güreşir. Bizim bir zamanlar dünya klasmanının üst sıralarında yer alan okullarımız da öyleydi. Dış İşlerimiz, Silahlı Kuvvetlerimiz Hep yerleşmiş ve her yeni katılana kendini taklit mecburiyeti hissettiren nice seçkin kurum öyledir. Bu kurumlarda hangi işlerin nasıl yapılacağı bellidir. Yönetmelikte yoksa gelenekte vardır. Fakat daha da önemlisi hangi işlerin yapılmayacağı da bellidir. Mesela torpille tayin, mesela akraba, yandaş kayırma. Bunların yapılması değil akıldan geçirilmesi bile düşünülemez. Zirveye on yıllar, yüzyıllar boyu korunan böyle olumlu geleneklerle tırmanılmıştır. Birkaç ihlalle, birkaç "Ne olacak canım, beyefendi istedi" ile yükseklerden paldır küldür aşağıya yuvarlanılır.

Akran taklidi iyidir. Akranın yaptığı iyi ise. Akran taklidi kötüdür. Akranın yaptığı kötü ise. Fakat her iki hâlde de akranımızı taklit bizim içgüdümüzdür. Fıtratımızdır.

İnsan bilimleri günümüzde deneye dayanıyor. Saf akıl yürütmeye değil. İşte örnekler:

"İngiliz vergi dairesi, vergi ayının ortasında vatandaşlara, çevrelerinde vergisini ödeyenlerin yüzdesini bildirdi. Çevre, posta koduna göre belirleniyordu. Bu bilgilendirme, vergi tahsilatını 15 arttırdı. Avustralya'da vergi mükellefleri, vatandaşlarının vergi beyanında hile yaptığı söylentilerinin doğru olmadığına ikna edilince, hileli beyanların sayısı düştü. Genç Suudî kadınlara, akranlarının ezici çoğunluğunun ev dışında çalışmayı desteklediği bildirilince dışarda çalışmaya cesaretleri arttı."

HERKES YAPIYOR

Kuzey Karolina Chapel Hill Üniversitesi'nde öğrenciler, hafta sonlarında arkadaşlarının çoğunluğunun çok sarhoş oluncaya kadar içtiği kanaatindeydi. Öyle düşündükleri için de ortalık sarhoş öğrenciden geçilmiyordu. " Bu döngüyü kırmak için objektif ölçüm yapılmasına, alkol derecesinin üfleme testiyle ölçülmesine karar verildi. Öğrencilerin çoğunluğu sıfır alkollü çıktı. Çok küçük bir azınlık trafikte yasaklanan seviyede alkollü bulundu Ölçümler uygulanırken üniversite yerleşkesine "Ne dediklerine bakma, ne üflediklerine bak!" gibi çarpıcı afişler asıldı." Öyle anlaşılıyor ki sarhoş olmak bir cins kabadayılık sayılıyormuş. Morris şöyle devam ediyor: "Üfleme testi, bir yıl sonra yılın aynı döneminde tekrarlandı. Trafikçe tehlikeli alkol seviyesine sahip öğrenci sayısı yüzde otuz azalmıştı. Güvenilir gerçek veriler, öğrencilerin çoğunluğunun çok içtiği zannını dağıtmış ve bu bilgi çok içen sayısını ciddi oranda düşürmüştü."