Yurdumuz yeniden bizim olmalı!

Sevgili okurlarım artık yüreğim ağzımda dolaşıyorum, çünkü bunca mitinge, milyonların "Yeter artık!" çığlıklarına kulak tıkayan, "İnadım inat!" diyen bir yönetimle kuşatılmış durumdayız. Endişem; yaz geliyor başkaldırının günler içinde tıpkı Gezi'de olduğu gibi sönmesi ve derin bir hayal kırıklığına sürüklenmemiz. Artık sağır sultan bile öğrendi ki olay, İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı ve arkadaşlarının içeri alınmasını aştı. Artık hep birlikte biliyoruz bu iktidar, güzel ülkemizi bitmeyen, amansız bir karanlığa sürükledi ve daha da sürüklüyor.

Bu arada Hindistan ile Pakistan arasında silah şirketleri daha çok silah üretsin, daha çok kazansın diye, yeni bir savaş başladı. Dış politika benim işim değil ama bilirim ki savaşlar emperyalist ülkelerin can kurtaranlarıdır. Tabii ilaç ve inşaat şirketleri de silah üretenleri takip eder. Bugünlerde yeniden bir kitabı okuyorum, kitabın adı: Onurun Bedeli. Kitap, radikal İslamın, Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Gazze, Afganistan ve Pakistan'daki kadınlar ve çocukların yaşamları üstündeki baskısını ve gene kadınların ve çocukların nasıl acımasız bir çaresizliğe sürüklendiğini anlatıyor. Kitabı hazırlayan gazeteciyazar Jan Goodwin tam on yıl oralarda kadınlarla, çocuklarla röportajlar yapmış, kitaptaki yaşamlar insanı dehşete düşürüyor. Ve benim kitabı okudukça Mustafa Kemal Atatürk'e şükran borcum daha da artıyor. Görmüş geçirmiş bir 68'li olarak bu korkunç karanlıktan çıkmak için artık yapacağımız tek şeyin Mustafa Kemal Atatürk'ün yüzyıl önce bize gösterdiği yoldan yürümek olduğuna inanıyorum: Laiklik ve bilimsel eğitim, yeniden! Kamulaştırma yeniden! Tütün, şeker pancarı ve afyon ekimi yeniden! Kâğıt, sigara ve şeker fabrikaları yeniden! Ve evet satılan limanlarımız, madenlerimiz, tarlalarımız, meralarımız, yaylalarımız yeniden bizim olmalı! Yerli malı haftası yeniden bizim olmalı. Ben marketten aldığım mercimeğin Hindistan'dan geldiğini öğrendiğimde ağlamak istiyorum.

Ve hep birlikte haykırmalıyız: "Tam bağımsız Türkiye!" Zor değil. Tüm bunları yeniden başarabiliriz! Şimdi zaman başarmanın yollarını tek tek bulmaktan geçiyor! Zaten insanlar bunun için yollara düştüler! Yeter ki tüm muhalefet birleşsin! Olmayacak şey değil. Biz çoğunluğuz, biz Türkiye'yiz!

Şimdi size okuduğum kitaptan küçük bir hikâye anlatacağım. Afganistanlı bir kızın hikâyesi. Küçük kızın adı Kache, henüz 11 yaşında ve o zamanlar Pakistan'da yaşayan yazarın evine hizmetçilik yapması için babası tarafından getiriliyor. Yazar onun zekâsını keşfediyor ve babasını da ikna ederek onu Afgan ların yönettiği bir okula yazdırıyor. Bir zaman sonra yazar, kızın okuldaki başarısını ödüllendirmek için onu dondurma yemeğe götürmek istiyor. Dondurma yenilecek tek yer kent merkezindeki 4 yıldızlı bir otel. Yazar başı ve göğsü "çodar" denilen bir çarşafla örtülü küçük kızı oraya götürüyor. Küçük kız ilk kez gördüğü otelin lüks eşyalarından, sırmalı görevlilerinden korkuyor ama dondurma masaya gelince iştahla yiyor.