Onun hiçbir şeyden haberi yoktu. O işgal altındaki Filistin'de doğmuştu. Hayata her çocuk gibi sevinç çığlığı atarak başlamıştı. 10 aylık olduğunda babası terörist suçlamasıyla İsrail zindanlarına konulmuştu, annesinin o gün sütü kesilmişti, kırmızı elbiseli küçük kız o gün ilk kez açlık nedir bilmişti.
Kırmızı elbiseli küçük kız, 7 yaşına bastığında annesi, dayıları, teyzeleriyle birlikte yola koyulmuştu, annesi en çok onun için yeni bir yurt istiyordu, aşağılanmadan yaşayacakları yeni bir vatan. Ailenin her bireyinden 2000 Avro alan birileri onları önce İran sınırından Türkiye'ye sokmuş ardından İstanbul'a getirip bir bodruma kapatmışlardı. Bodrumdan dışarı adım atmak yasaktı ve bodruma her gün yeni insanlar getiriliyordu, bunlar ne olursa olsun kendilerine yeni bir yurt arayan insanlardı. Sayıları yirmiyi bulmuştu.
Kırmızı elbiseli küçük kız herkesin sevgilisiydi. Bodrumdaki yedi kadın onu sırayla ninnilerle uyutup masallarla uyandırıyorlardı. Bu masallarda en çok gidilecek yeni yurttan söz ediyorlardı, bu yurdun suyu şifalıydı, otları miski amber kokuyordu ve bu yeni yurtta ölümün yeri yoktu, insanlar aşk acısı çekmezdi, sevenler sevdiğine kavuşur, kırk gün kırk gece düğün dernek yapılırdı.
Bodrumda hiç konuşmayan dedeler de vardı, yerinde duramayan delikanlılar da. Dedeler her dem iç çekerek tütün sararken içlerinden dua ederlerdi:
"Yarabbi, bize yeni bir yurt nasip eyle ama öldüğümüzde vatanımıza gömsünler bizi ölümüzü yaban ellerinde bırakma."
Delikanlılar sigara üstüne sigara içerken hayal kuruyorlardı. Bu hayallerde hiç yenilgi yoktu, hiç aşağılanma yoktu, hiç başarısızlık yoktu. Hele bir özgürlüğe kavuşsunlar, dağı taşı delip geçerlerdi.
İşte nihayet beklenen gün geldi, bir minibüse bindirilip yola koyulmuşlardı. Kırmızı elbiseli küçük kız Özgürlük yakındı artık. Küçük kızın annesi kızına yola çıktıklarından beri çantasında özenle sakladığı kırmızı bir elbise giydirmişti. Birisi göz boncuklarından yapılmış bir bilezik takmıştı koluna, saçlarını iki yana tarayıp tokalarla süslemişlerdi.
Minibüsün içinde birbirlerinin kalp atışlarını dinleyerek ilerliyorlardı.
Saatler sonra minibüs bir yerde durdu. İndiler, deniz kıyısı bir yere gelmişlerdi. Akşam olmak üzereydi. Minibüsün şoförü kıyıdaki kayaların arasına gizlenmiş iki lastik botu gösterip "İşte demişti Midilli! Yani karşı kıyı Yunanistan sabah erken saatlerde botlara binip şu kürekleri çekerek oraya varırsınız. Yolunuz açık olsun."
Minibüsün şoförü bunları söyleyip toz olmuştu. Yirmi kişilik topluluk öylece kala kaldılar. Geceyi soğuktan donarak, titreyerek geçirdiler sabahleyin botlara binip küreklere asılmaya vakit bulamadan, Türk Sahil Güvenliği'ne yakalandılar.