'Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri'

Sevgili okurlarım biliyorum pek çoğumuz demokrasi varmış gibi yaşadığımız şu güzelim ülkemizde partilere, sivil toplum kuruluşlarına inancımızı yitirdik. Pek çoğumuz içimizden belki "Bu ülkede olumlu hiçbir şey olmaz" diyoruz. Derin bir kayıtsızlık, her şeyi kabullenme hali ülkemizi bir kara bulut gibi sardı. Artık ne yükselen dolar ve Avro ne de her an değişen gıda fiyatları bizi şaşırtıyor. Kadın-çocuk cinayetleri artık gazetelerin üçüncü sayfasında küçücük bir haber. Anaokullarına bile giren imamlar, din adamları çocuklarımızı korkutmaya, gülmeyi bile yasaklamaya başladılar. Çıtımız çıkmıyor! Bazen ciddi ciddi düşünüyorum acaba birileri bu ülke topraklarına uyuşturucu bir şey mi attı Hayır uyuşturucu filan atıldığı yok. Biz cümleten 20 yıl önce başlayan bir karşıdevrimin, bunu küçümsemenin, "Bize şeriat gelmez" diye böbürlenmenin bizi getirdiği bir noktada öylece uyuşmuş gibi duruyoruz. Topraklarımızda yabancı şirketlere 2 bin 600 maden çıkarma ruhsatı verildiğinde ayran budalası gibi aval aval baktık. Ormanlarımız, zeytinliklerimiz gitti! Aldık mı ağzımızın payını Kamuda türbanla çalışmayı bir demokratik hakmış gibi savunanlar oldu. Şimdi türbanlı bir hâkim bir davama girdi, benden yana olmayacağı çok açık ve seçikti.

Neyse yeteri kadar canınızı sıktım. Öyleyse biraz da şu yaşadığımız dünyada neler oluyor ona bakalım. Her yerde yürüyüşler, kitlesel protesto eylemleri artık sürdürülemez olan vahşi kapitalist sistemi sarsmaya başladı. Bildiğimiz kadim bilgiler artık pek işe yaramıyor. Örneğin artık geçmişte tanımlanan "işçi sınıfı" yok. Teknolojinin inanılmaz hızı, yepyeni bir işçi sınıfı oluşturdu. Artık kapitalizmin yeni köleleri onlar. Asıl isyan onlardan geliyor. Örneğin Hamburg'da on binlerce insan, çalışan, işsiz, çiftçi kapitalizmin uşaklarını protesto ediyorlar. Oralarda yapılan bir eylemin videosunu izledim. Yüzlerce kişi kendilerini kül çuvalına sokup birer zombi haline dönüştürmüşler. Kentin sokaklarında zombiler yürüyor. O zombiler tıpkı George Orwell'in 1984 kitabındaki gibi sabit bir noktaya bakarak yürüyorlar. Neşe, aşk, sevgi, cesaret, özveri, vicdan onları terk etmiş; yaşayan ölü onlar. Yürüyorlar ve birdenbire biri soyunmaya başlıyor, sonra da ötekiler; rengârenk tişörtleriyle, rengârenk donlarıyla kalıveriyorlar ve içlerindeki ölü bir çığlık atarak uyanıyor; birbirlerine dokunmaya başlıyorlar ve usul usul özgürleşiyorlar. Açın yabancı kanalları çiftçilerin devlet binaları, kiliseler önlerine bıraktığı havyan dışkısı dağlar gibi. Trafik felç. Ne olmuş Mazota üç kuruş zam yapılmış, bütün ülke ayakta!

Şimdi gene gelelim ülkemize, unutulmaz kitle eylemlerine. 1991 yılındaki Büyük Madenci Yürüyüşü'nü kim unutabilir 15-16 Haziran 1970 İşçi Ayaklanması'nı kim unutabilir

Gezi'yi kim unutabilir Kılıçdaroğlu'nun başlattığı Adalet Yürüyüşü'nü kim unutabilir Ben, en güvendiğim Kürt siyasetçi Ahmet Türk'ün Kılıçdaroğlu'yla yan yana yürüdüğünü gördüğümde gerçekten yepyeni bir Türkiye umut etmeye başlamıştım.

Dün Onat Kutlar'ı ve Türk Sinemateki'ni anlatan bir belgesel izledim. Adı: "Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri: Türk Sinemateki ve Onat Kutlar" Epey ağladım. Ve belgeselin adı gün boyu bana eşlik etti: "Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri..." Evet burası Anadolu'dur ve Anadolu nice kendini ölümsüz sanan tiranlığın yıkılıp gitmesine tanık olmuştur. Yeniden ayağa kalkabiliriz, içimizdeki öfke ve inançla özlemini çektiğimiz