Şehitlerimiz ve süren direncimiz

Bu yazı gazetemizin 99'uncu yıldönümü için hazırlanan ekte yayımlanmıştır. Cumhuriyet gazetesini hiç rahat bırakmazlar. Cumhuriyet; bağımsızlıktır, olayların ardındaki gerçeklerdir, özgürlüktür, demokrasidir, "Kemalistler hümanist olamazlar" gibi uyduruk saldırılara karşı inadına insancıldır, toplumcudur, barışseverdir, Cumhuriyet devrimlerinin ve Atatürk'ün yaktığı uygarlık ateşinin sürdürücüsüdür, ataktır, emeğin savunucusudur, toplumculuğun koruyucusudur, dürüsttür, yüreklidir, ilkelerinden vazgeçmez. O yüzden Cumhuriyet'i rahat bırakmazlar. Yazarlarını öldürür, çalışanlarını, yöneticilerini cezaevlerinde çürütür, tehdit eder, soruşturmaya uğratır, içten ve dıştan oyunlarla ürkütmeye, zayıf düşürmeye, boyun eğdirmeye çalışırlar. Boşuna çaba... Cumhuriyet, Cumhuriyetin ve Cumhuriyetçilerin bilinçten, emekten ve dirençten oluşmuş kalesidir. Bu kalenin burçlarında yitirdiğimiz tüm şehitlerimizi anıyoruz. Onlar, bizim gökte parlamaya devam eden yıldızlarımızdır. BEDRETTİN CÖMERT'İN ÖLDÜRÜMÜ (Bedrettin Cömert'in aramızdan alınışından önce gazetemizdeki son yazısı: 31 Mayıs 1978, Sayfa: 8) Aydınlanmacı, hümanist düşünür, şair ve bilim insanı olan yazarımız Bedrettin Cömert, 1978 yılında dönemin Milliyetçi Hareket Partisi ile doğrudan bağlantılı Ülkücü hareket tarafından öldürülmüştü. Öldürümün soruşturmasını izleme görevi, Cumhuriyet gazetesinin Ankara bürosuna henüz yeni girmiş bir polis-adliye muhabiri olarak bana verilmişti. Soruşturmayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı yürütüyordu. Ecevit hükümeti iktidardaydı, ancak soruşturma çok yavaş ve zor ilerliyordu. Öldürümün tetikçileri dönemin Milliyetçi Hareket Partisi ile bağlantılı Ülkücü Gençlik Derneği'nin (ÜGD) yönettiği Ülkücü hareketin içindeydiler. Soruşturma dosyası içinde; Avrupa Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu'nun Başkanı Lokman Kondakçı'nın, öldürüm emrinin ÜGD Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'ndan geldiğine ilişkin söylemi de yer alıyordu. Bu çerçevede, Cömert'in öldürümü nedeniyle, daha sonra Emniyet-mafya-Ülkücü hareketten oluşan üçlü sac ayağının ortaya dökülmesine neden olan, 7 TİP'li gencin vahşice öldürülmesi de içinde olmak üzere bir çok toplu öldürümün sorumlusu Abdullah Çatlı için tutuklama kararı çıkarıldı. Ancak Çatlı devlet, 12 Eylül cuntası (Bizzat Kenan Evren'in istihbaratçı damadı tarafından koltuklandığı yazılıp çizilmiştir) ve sağ siyaset tarafından özenle korunduğu için Susurluk kazasındaki ölümüne değin hiç yakalanamadı. Cömert'in tetikçileri olarak mahkeme dosyalarına geçen belgelerde, ülkücü Rıfat Yıldırım ve Üzeyir Bayraklı'nın adı geçiyordu. Bu ikisinin ismi daha sonra Almanya'da uyuşturucu işlerine karıştı. Üzeyir Bayraklı bu karanlık ilişkileri nedeniyle öldürüldü. Rıfat Yıldırım ise, AKP iktidara geldikten hemen sonra Almanya'dan Türkiye'ye getirildi. Yargılandı ve beraat etti! Cömert'in yaşamdayken yayımlanmamış bir şiirinden: kar yağacak yine ağırdan ağırdan bazı bazı kuduracak soğuk biz yine el ele ışıl ışıl günlere doğru inan güzellikle boy atacaksın mut kaynıyacak ocağımızda denizlerden dağlardan yaban kuşlarından bir düzen kuracağız bitecek kaygılarımız kaygılarımız bitince daha güzel olacağız. 1960 MUAMMER AKSOY, BAHRİYE ÜÇOK, UĞUR MUMCU, AHMET TANER KIŞLALI ÖLDÜRÜMLERİ: Aralıklarla gerçekleştirilen bu dört öldürüm (Muammer Aksoy-Ocak 1990, Bahriye Üçok-Ekim 1990, Uğur Mumcu-Ocak 1993, Ahmet Taner Kışlalı-Ekim 1999) ; sömürgeci dünya egemenlerinin, kimliksel, dinsel ve mezhepsel böl-yönet kurgularını ve Türkiye'yi Ortaçağ karanlığına gömme, yeni dünya düzeninin vahşi piyasacılık tasarımlarını uygulama alanına geçirmelerine olanak sağlamak üzere gerçekleştirilmiştir. Bu dört yurtsever isim de, laik-demokratik, özgürlükçü, insan haklarından ve emekten yana bir düzenin hem destekleyicileri, hem öncüleri, hem de örgütleyicileriydiler. Onların aramızdan alınmasıyla birlikte karşıdevrim önemli ölçüde atağa geçmiş ve bugünkü yobaz tek adamcılık düzenine gelinmiştir. Bu dört öldürümün tetikçilerinin büyük bölümü, bugün iktidarı paylaşan AKP ve MHP'nin dolaylı olarak ittifak ortağı olarak seçimlere gireceği Hizbullah'a karşı düzenlenen bir operasyon ile yakalanmışlardır. Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın dik duruşu, polis ve savcıların ciddi çalışmaları sonucu 2000 yılı baharında başlatılan "Umut operasyonu" sonucu katiller yakalanmıştır. O katiller, İran'da yetiştirilmiş, Selam-Tevhid-Kudüs Ordusu adlı örgüt adına öldürümleri gerçekleştirmişlerdi. Beykoz'da Hizbullah'ın İlim grubunun villasına yapılan baskın sırasında örgütün yaktığı bir bilgisayardan önemli kanıtlar elde edilmişti. Bu operasyonda yakalanan Necdet Yüksel'in yer göstermesiyle Ankara Yeni Cimşit Köyü bölgesindeki buğday tarlasında arama ve kazı çalışmaları yapılmıştı. Burada tabancalar, şarjörler, lav silahları bulundu. Yeni Peçenek Köyü arasındaki bölgede de C-4 plastik patlayıcılar, TNT, fünyeler ve bomba yapımında kullanılan malzeme, numarası kazınarak yok edilmiş, İtalya yapısı Beretta marka bir tabanca bulunmuştu. Muammer Aksoy'un öldürüldüğü apartman girişinde bulunulan iki mermi çekirdeğinin de, bu tabancadan ateşlendiği de kanıtlanmıştı. Ayrıca, Ahmet Taner Kışlalı'nın arabasına konulan bombanın güç kaynağı olan pil, timsah ağzı denilen bomba unsurlarını birleştirme malzemesi, 0.56 milimetrelik tek telli sarı-siyah renkli kablo, TNTRDX patlayıcı, 8.8 mm ve 9.5 mm çapında çilek bilyeler ile bombada kullanılan Serkisof marka mekanik cep saati; Sincan'da bulunan malzemelerle tıpa tıp uyuştu. Benzer uyuşma, Uğur Mumcu ve Bahriye Üçok cinayetleri ile Ankara'da çeşitli elçilik üyelerine karşı yapılan saldırılarda kullanılan bomba ve bomba malzemelerinde de gerçekleşti. Davada yakalananların ve tanıkların ifadeleri, diğer kanıtlar da göz önüne alınarak katiller, "din kurallarına dayalı devlet kurmayı amaçlayan silahlı çeteye üye olmak ve Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs" suçundan 6 yıldan başlayarak, ağırlaştırılmış ömür boyu hapse kadar çeşitli cezalara çarptırıldılar.