Asrın sühuneti

Memleket umulmadık biçimde çölleşir. Böyle bir yargı için elbette çölleşmenin de tüm diğer problemler gibi küresel olduğu, Batı cenahında yer alan ülkelerin daha da çölleştiği, hatta Almanya'nın kıskandığı falan söylenir! Nitekim Avrupa bitmiş, Amerika tükenmiş, Okyanusya okeye dönmektedir! Oysa buralar, üç ya da dört tarafı denizlerle çevrili, yeşilin her tonunu bünyesinde barındıran, içinden ve dışından 'Seni bir gün görmesem yanarım ataşına' şarkıları okuyan, kıtaları ve hatta dizeleri birbirine bağlayan, sanki görüp dönen olmuş gibi cennet diye nitelenen bir yerdir. İşte tam da bu mümbit topraklarda maden sahası, inşaat alanı, yol yapımı gibi ulvi gerekçelerle kesilmeyen ağaçlar; bitki, hayvan ve insandan oluşan doğal örtüsü kaldırılıp mevsim şartlarına dayanarak yakılır, kül edilir. Vakıa mevsimin şartları ya da iklim buna yardım eder mi bilinmez; lakin insana, hayvana, tabiata, var olduğu tescillenmiş her şeye kafa tutmakla maruf, kendini her varlığın sahibi gören ve her şeye güç yetirebildiğini zanneden hadsizler sürüsü, ellerinin erişebildiği her yeri Moğol istilasına uğramışa çevirip yakar, yıkar, talan eder. Öyle ya bir memlekette tarım ve hayvancılık can çekişmekte, ağaçlar sanayi; sanayi ağaç için yetersiz kalmakta, madenler haraç mezat yabani şirketlerin istifadesine sunulamamaktaysa o halde keten helva usulü yanmasının bir sakıncası yoktur! Nasılsa yerine yeni oteller, konutlar, zengin Araplar, mimari tekâmülün medarı iftiharı tokiler dikilir. Nitekim güç sahiplerinin kendilerine yararı dokunmayan kilisenin çanıyla ilgili derin hesapları vardır. Hem de iklim değişmişse, dereler taşmışsa, ormanlar yanmışsa kürenin fazla ısındığındandır! Bir yandan hayatları, günleri, yarınları ve tüm zamanları, düşünceleri ve hatta düşünüş ihtimalleri yakılan insanlar, pek kapalı iklimlere gönderilir. Sonra işte yazılarda değil de yazlarda iklim değişir, tam da arzu ettikleri gibi Akdeniz olur… Gülümsemek ne mümkün derken güç sahiplerinin ve yardakçılarının pis pis sırıtışıyla karşılaşmak işten değildir.

Her cihetten gittikçe çölleşmekte ısrar eden memleket, olağanüstü sıcak zamanlar yaşar. Demek konutlar için daha kalın betonlar atılmalı, klimalar takılmalı, daha küçük pencereler yapılmalıdır! Böylece doğal karşılanan doğa şartları, kapitalist vahşet döngüsüne dâhil olabilir. Hem de mezkûr çölleşmenin nedeni hiç sorgulanmadan… Sonuç elbette can yakıcıdır ama sıcaklık ve soğukluk ancak yoksulun, güç bela kiraladığı daracık hanesine sığınan gelirsizin, fakirhanesine dönüp dinlenmek zorunda olan asgari ücretlinin sorunudur. Klimalı ofislerinden klimalı araçlarıyla klimalı malikânelerine gidip gelenler, kendilerini mekândan mekâna naklettikleri birkaç saniyede sıcağın ya da soğuğun dayanılmazlığını fark eder. Çölleşmenin mimarları, kendi hayat çölünün vurdumduymaz romantizmini yaşar. Gayrısı, hangi Leyla uğruna bunun mağduru olduğunu bile düşünmeksizin yelpaze tadında ve bir nefeslenme süresince yaşam sürükler. Herkes uğruma bir mecnun peyda olsun ister de mecnunu kimse sevmez. Ve çöl, insan yaşamı için pek elverişsiz bir mekândır.