Asrın Melâmeti

Bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp diye söylenegelen tekerleme, asrın ve insanının gayriciddî tavrı dolayısıyla tepetaklak olur. Şimdiki halde bu denli sunturlu kötülüklerin bilmemek ya da öğrenmemek dolayısıyla işlendiğiniyaşandığını düşünmek safdillik kabul edilir. Artık bilmemek, öğrenmemek, umursamamak ayıp falan görülmez. Bilakis cehaletin olabildiğince kutsandığı, inancın ve tutkunun yoksandığı, bilginin alay mevzusu olup horlandığı bir tükenmez zamanın ortasında debelenmek, sonra tüm bu döngünün olağanlığını kabullenmek, daha fenası o olağan olduğu zannedilene alışmak, alışınca da müptelası kesilmek sıradanlaşır. İnsanın ve insanlığın kutsanması yahut bireye haiz olmadığı kadar önem vermek nasıl hastalıklı bir bakış açısıysa Cemil Meriç'in tecrübe tarifinde sözünü ettiği şekilde 'bayağılığa alışmak' da o denli vahimdir. Gel gelelim şimdiki zamanda elim ve vahim olan dışında herhangi bir şeyin alıcısı bulunmaz. Üstelik onu bir vahamet olarak nitelemeden Sırasında kendi umursamazlığının zirvesini yaşayan milletler savaş beğenmez!

Bazen sessiz ve sakin, bu dünyadan çekip gitmek cazip görünür. Kelimelerin iyiliğe ve kötülüğe dair saptamalarına, kederli ya da sevinçli insanları ikna etme ihtimaline bile sığınmadan Zaten öyle bir kabiliyet yoktur hiçbir sözcükte!.. Sadece insan olmak değeriyle tanışanlar arasında çekip gidenlerin iyiliğine dair şahitler bulunur. Değer teslim edebilenlerde bile onların iyi insan oldukları ancak öldükten sonra söylenebilir. Ki ardından iyiliği söylenen, hayattayken bin türlü eziyete maruz bırakılandır çoğu zaman. Kuyulara değilse de zindanlara atılan, savaşlara değilse sürgünlere yollanan, kuru ekmeğe değilse müreffeh bir yaşama muhtaç bırakılandır. Çağdaşlarıyla aynı dünyayı, aynı standartları, aynı hayatın aynı zamana denk düşen kısmını paylaşmış olmak mağduru kurtarmaz. Zalim niteliği taşıyanın olduğu yerde mutlaka mazlum vardır. Ve o mazlumu birlikte zulüm gördüğü insanlara beğendirmek bile hayli müşküldür. Sonra kör ölür badem gözlü olur. Ama sadece öldüğünde badem gözlü olur, yaşarken bunun bir kıymeti harbiyesi bulunmaz. Bilinir, görülür, fark edilir ama özenle gizlenir. Bu tavır, keşkeleri çoğaltmak için falan değildir üstelik. Nitekim sırf yapabildiği için kötülük işleyenin keşkesi olmaz. Pişmanlık da erdemdendir ve keşke diyebilen, nedamet duyan, pişman olan bir daha kötülük yapma cüretini kendinde bulamaz. O halde bile isteye işlenen kötülükler; iyiye, doğruya, güzele yönelik inatçı, ısrarcı, iflah olmaz bir inkârı gerektirir. İnkâr, kendisi için ve kendisine imkân bulanın kazanç kapısıdır. En az öç almak kadar gür ve bereketlidir!

Uzak sayılmayan bir geçmişte Cündeb Bin Cünade, yetkili karşısına dikilip debdebeli hayat tarzının olumsuzluğunu eleştirdiğinde fesat çıkarmakla itham edilip Medine'ye şikâyet edilir. Onun, "Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele!.." (Tevbe 934) mealindeki ayeti okuyup insanları uyarmaya çalışması, bir doğrunun dile getirilişinden ve muhatapların yanıtından öte bizzat kendisinin dik başlılığını, sert mizacını, hesap soran tavrını ve o tavrın kişiye özgülüğünü berkitir. Yani rivayet de hakikat de dik duran Ebu Zerr tavrından ileriye gitmez; sorunun giderilmesine yönelik hiç kimse olumlu bir eylem geliştirmeye yeltenmez. Üstelik bu türden muhalif söylem karşılıksız kalmaz; Rebeze'ye sürgün edilir. Çöle doğru yola çıktığında Şah-ı Merdan ve iki mahdumundan başka kimse uğurlama zahmetine girmez. Hâsılı bu gibi durumlarda sadece kişinin haklılığı görülür ve nedense o haklılık bir başkasını bağlamaz.