Asrın kasaveti

Üstüne cümleler kurmak… Güzellemeler… Hamaset, gam, kasvet ve çaresizlik… Gazze, melal haline sevk edecek bir yer değildir. Onu bu hale asla güvenmediği halde kar yağan dağlar, her durumdan menfaat devşiren fırsatçılar, düşmana saman altından ama deniz aşırı gemi gönderen işbirlikçiler sürükler. Ve dünyalık bir demokrasi oyununda, yetkilendirdiklerinin ihanetini, menfaatini, sahteliğini görmeyenler… Gayrısı zaten aynı gamın paydaşıdır. İnsan kalmayı başaranlarca bir ömür Filistin üstüne okunan şiirler, slogan atan eylemciler, sağa sola saldıran aktivistler… Ne değişir İşte Gazze, herkesin gözünün önünde yok edilen, ateşle eritilen, eti ve kemiğiyle toprağa gömülen bir memleket, bir kara parçası, deniz kenarı, katliam alanı oluverir…

Nedenlerden biri şehrin yıllar yılı abluka altında kalışıdır. Yaşamın devam edebilmesi için ablukanın kalkması gerekir. Tugaylar çoğu zaman başarılı olur ve kısa ama işlevsel ateşkeslerde hem düşman hapishanelerinde tutulan esirler kurtulur hem de ajansın (unrwa) kamyonlarından bir kısmı şehre girer. Sonra büyük şeytanın güdümünde ateşkes bozulur; yine bombalar, füzeler, tanklarla karşılaşılır. Şehre bir yudum su, bir lokma yiyecek uğramaz. Yine açlık, yine yokluk, yine çaresizlik… Yine tarihte rastlanmadık biçimde ihanetle yüzleşmek kalır belki birkaç saat, belki birkaç gün sonra cennete gidecek insanlara….

Yahudi'den herhangi bir biçimde insaf beklenmez. Onun ne istediği bellidir. Cennetmekân Hoca'nın 'Sadece güçten anlar' diye söylediğidir. Onu dileyen bilek gücü zanneder, dileyen motor, beygir, itiş kuvveti… İsteyen birkaç yüzyıl daha anlamaya çalışsın, anlamlandırmaya uğraşsın yahut da bir türlü anlamlandıramamakta ısrar etsin; Yahudi'nin şehit ettiği her bir Müslüman'a karşı on Yahudi telef edilmedikçe, her bir esire karşı on esir alınmadıkça aklını başına getirmek mümkün olmaz. Nitekim öyle olduğu durumlarda koşa koşa anlaşmaya yanaşan, ağlaya sızlaya anasına sığınan, civardaki iş birlikçilerinden arabulucu aranan Yahudi şemali, herkesin malumudur. Hani bir gün biri çıkar ve büyük şeytanın gayrimeşru evladını tokatlar. Şımarık evlat, ağlaya sızlaya anasının eteğini çekiştirir. Ağlaktır zaten, pek nazlıdır. Bütün bir asır, öncesi ve sonrasıyla tüm yüzyıl, onun ağlayışlarıyla vıcık vıcık olur, üstüne yağmur yağmış manda dışkısına döner. (Bkz. Sakar Şakir isimli 1977 yapımı Natuk Baytan filminde Şakir'in (Kemal Sunal) Gardırop Fuat'ı (Ünal Gürel) yere yayma şekli olarak bunun metaforik görseline rastlanır.) Bir de sınırsız şımarıklığı… Her önüne gelenin üstüne fırlayıp pençe atmaya çalışan kediler gibi görece psikopat takılır. Nasılsa herkes onu sevmek, yüz vermek, beslemek ve nazlamak zorundadır! Nasılsa ters yüz gördü müydü veryansın edip ciyaklar… Nasılsa kendisiyle silah ticareti yasaklanıp, kamu sözleşmeleri iptal edilip, limanların bağlantılı gemilere kapatılmasına yönelik ambargo kararını imzalamayan gizli ve sinsi iş birlikçiler bulunur.

Kitleler, mutlaklaşmış yöneticileri ve yönetilenleriyle birlikte, Şakir'le Gardırop Fuat'ın mücadelesini izleyen Yeşilçam figüran grubu gibidir. Ancak konu umdukları gibi yürümez, ilginç bir hal alır. İran'ın danışıklı dövüştüğünü, takiye yaptığını, boş alanları vurduğunu iddia eden, bu tür hezeyanları canhıraş şekilde savunan; Yahudi'ye karşı elinden geleni yapmaya çalışanları adeta düşman belleyen bir acayip güruh, mevsim devrilince suspus oluverir. Gazze'de yaşanan çaresizliğe dair artık ne mabetlerinde ne meydanlarında ne de medya unsurlarında tek söz edilmez.