Asrın Fetaneti

Devletin dini adalettir, devletin aklı merhamettir, devletin malı Cengiz'dir ya da Mehmet'tir gibi hezeyanların geldiği nokta, devletin ahlâkı olmaz yargısıdır. Oysa tüm bu sayılanlardan sadece ahlâk, bir organizasyon için olmazsa olmazdır. Gayrısı insan ve eylemlerine müstenit erdemlerken, ahlâk maddenin dahi tabiatını, işlevini, mahiyetini belirler. Diğer yandan pervasızca kavramların içinden geçenler, tıpkı adalet, akıl, vicdan, merhamet gibi ahlâkı ya da ahlâksızlığı izafe edecek şahıslar aranır. Bulmak için değil, bir başka yalanı pekiştirebilmek için… Dolayısıyla bulamaz. Yalan söyleyen tarih hiç utanmadığı, utanmayacağı gibi eylediğini inkâr eden, vaatleri ve beyanları boş çıkan, yalanla iştigal eden herhangi bir egemen de utanmaz. Daha doğrusu artık hiç utanmadan, çekinmeden, yüzü kızarmadan yalan söyler.

Devlet diye anılan organizasyonların aklı olmaz. Akılsızdır. Zira akıl insana has kılınan bir melekedir. İnsan elinden çıkan, insan ürünü olduğu kabul edilen, insan marifetiyle oluşan herhangi bir eserde akıl aranmaz. Daha doğrusu üretim istidadı ve imkânı verilen insan evladı, ne mücessem olarak akıl, ne de donanımı akıl olan bir nesne ortaya çıkaramaz. Kurduğu bir yapıdan, o yapının işleyişinden akıl ummak, bir de o aklın işlevselliğini düşünmek gülünçtür. E yapay zekâ neyin nesidir diye düşünen olursa o, insan aklıyla benzeşim dahi göstermez. Hani doksanlı yılların sonunda Deep Blue adı verilen bilgisayarın Garry Kasparov'u satrançta yenmesi gibi bir şeydir. İnsan müdahalesi olmaksızın ne bilgisayarın ne de yapay olan zekânın akılla yarışması bile mümkün olmaz. Ve bu durum aklın yüceliği dolayısıyla değil, insana verilen ayırıcı özellik olarak önemlidir.

Akıl, ruh, kalp, his gibi kuvvelerden bağımsız seyreden devlet, aynı melekelerden kendini müstağni sayan egemenler elinde oyuncak olur. Ancak onlar oynarken ellerindeki aparatı değil, insanı kırar. Nitekim bir insandan neşet eden düşünceler dolayısıyla devlete egemen olanların onu cezalandırması, susturması, hırpalaması, süründürmesi ya da öldürmesi bir akıl ihtimalinin değil akılsızlığın göstergesidir. Herhangi türden bir çeşitliliği kaldıramayan her faninin akılsızlığı da buna eklenebilir. Soyut bir şeyin, duyunun, duygunun, kuvvenin, düşüncenin yokluğunu kanıtlamak; var olan herhangi bir nesnenin yokluğunu kanıtlamaktan daha güçtür. Nitekim herhangi bir yokluğun ispatı için bile var olanlar kullanılır. (Tanrı'nın varlığına dair hudus, imkân, kozmolojik deliller gibi…) Hâl böyleyken devlet aklı diye bir varsayım yürütmek abesle iştigaldir. Hele bilmem kaç bin yıllık devlet aklı tabiri fena halde gülünç olur. Zira birkaç yıl ya da yüzyıl, binyıl gibi zaman dilimlerinde olmayan akıl gelişmez, büyümez, güçlenmez. Meşruiyet hiç kazanmaz. Nitekim bunca zaman sonra hiç kimsenin işine gelmese dahi ayan beyan meşruiyet dilenilen merciler de bellidir. Bu durumda devlet, yıllara vurulmuş akıl terkiplerinden önce kendi varlığını berkitsin demek de kimsenin işine gelmez. Meşruiyet üstüne sabık Amerikan Başkanı Barack Hüseyin Obama, "Meşru bir devletin kendini savunma hakkı vardır" buyurur. Demek ki meşru olmayan bir devletin kendini savunma hakkı olmaz! Bu durumda meşruiyet, savunma hakkı için aranan şart olur. Meşruiyet nerede aranır Görünür şekliyle okyanus ötesinde bir yerlerde aranır. Bulunur mu bilinmez.