Ne tayyare ne tayyare, otobüsün saltanatı yerinde

Otobüs yarı kamyondur, memleketten dönerken çuvalları sepetleri yüklenir. Kim ne derse desin vazgeçilecek değildir

Efendim ilk otobüs Paris'te yola çıkar (1662). Bildiğiniz posta arabasıdır, içine dört sıra koltuk atar, makasla esneklik sağlarlar. Adı Omnibus'tır. Latince "herkes için" manasına gelse de asiller binebilir anca.
Derken Nantes'ın banliyösü Richebourg'da, Baudry adlı bir Frenk nafakasını toplu taşımada arar (1823). Aslında değirmencidir, atların dilinden anlar. "Omni"sini atar sadece "bus"ı kalır o günden sonra.
Sanayi devrimi ile buhar makineleri artar. Bunları demir tekerlekli alametlere bağlar, bangır bangır yol alırlar (1833-Londra). Vatandaşa tıngır mıngır lazımdır oysa.


Almanlar bunu yapar, alta elektrikli motor koyar, üstten yaylı bir boynuzla cereyan alırlar. Siemens kardeşler projeyi geliştirir, "Electromote" ile Halensee durağına yanaşırlar (1882).
Alet, temiz ve sessizdir, Britanya'da (Leeds, Bradford) bile turlamaya başlar.
Ardından DGM (Güvenlik Mahkemesi değil, Daimler-Motoren-Gesellschaft) Londralı Traction Company'ye hayli çift katlı satar, yaklaşık 20 kmsa. sürat yapar ve cem'an 20 yolcu taşır. Millet hoşlanır, Stockholm'den de sipariş alır.


Frank Searle ise çift katlıları (LGOC B) seri üretir, 1910-20 arası 3 bin adedi çıkar yola. Sayesinde şehirler beygir tersi ve idrar kokusundan kurtulur, egzozda boğulurlar bu defa.

PEKİ YA BİZDE

Türkiye'de otobüs taşımacılığı ilk İstanbul'da başlar (1927). Sonra Şehremaneti dört Renault-Scemia getirtir salar sokağa.
Yerli otobüs mü dediniz Nerdee Bi' kere okuma yazma bilmeyiz daha. Alfabe değişmiştir, müderrisler bile fiş heceler. "Oya ip atla", "Kaya top oyna."
Bizim nesil önce "tek kapılı pek yapılı" otobüslerle tanışır. Bunlar iri ama güçsüz vasıtalardır, su gibi benzin yakar. Yokuşlarda ağlar, yolcu iner, el atar.


Umumiyetle kamyondan bozmadırlar, uzun burnu öölece bırakır, kupayı keser uzatırlar. Ustası ikişerli üçerli sıralar, sıralar, artık ne kadar sığarsa. Boyacılar iki yana roket resimleri yapar alnına "jet turizm" yazarlar. Renkleri leblebi şekeri gibidir, uçuk mavi, tozpembe yan yana.
Muavinler üst bagaja çıkar, denkleri, çuvalları, sandıkları, keçileri, tavukları yerleştirir, kınnapla, urganla bağlar, branda sarar, halat atarlar.
Havalandırma yoktur, camlar sürgülüdür nasıl olsa. Kalorifer de bulunmaz, Anadolu zekâsı çaresini bulur ama. Egzozu içeriden geçirir fahrenaytı çıldırtırlar. Isıtmak da ne kelime, pabuçlarınızı eritir âdeta. Hani boruda bir sızıntı olsa... Allah muhafaza!


Talep arttıkça arabanın üstüne hatta burnuna yolcu alırlar. Yollar tarladan hâllicedir, patinaja başladı mı çakıl koştururlar teker altına...
O günlerde otobüs yazıhaneleri Sirkeci'nin ara sokaklarındadır, bilahare Laleli'ye çıkacak, sonra topyekûn toplanacaktır Topkapı'da.
Kadıköy yazıhaneleri ise Harem'de sokulur hizaya.

AAA N'OLMUŞ BUNA

Bir gün biletinizi alır gelirsiniz, bakarsınız burnu budanmış bir heyula. "Ula bu ne"
-Otbiis
-Peki motor nerede
-Arkada!
-Düşün şoför ön tekerin de önünde, kurulmuş köşebaşına. Göğsünü siper etmiş âdeta. Yani kırk yıl düşünsem aklıma
Üstelik mazot yakar, gargargar çalışır, kara kara duman atarlar.
Büssing'ler, Fiat'lar, Austin'ler, Henschel'ler, Magirus'lar.
Peki eskiler n'olcek
Dur bakam karoserciler bi güzellik yapacak onlara...
Nitekim atölyeye kamyon giren otobüs çıkar. Ne marka istiyorsanız ondan. Genelde Mercedes'e çevrilir, çünkü piyasada far, sinyal, yıldız ve çıtaları bulunur mebzul miktarda.
O sıralar Bursalı karoserciler öne çıkar, işleri öyle temizdir ki yolcu çakmasını orijinalinden ayıramaz. Erbabı yemez tabii, motor sesinden tanır icabında.

BÜYÜYÜNCE ŞOFÖR OLCAZ!

Tıfılken tek motorlu vasıta keyfimiz Üsküdar-Ümraniye arasında çalışan FeKa'lara binmekti. Zikrolunun dolmuşlar dardır, sıkışırsın omuz omuza, ne uğultulu diferansiyeline aldırırsın, ne de zıplatan şanzımanına.
Ama şehirler arası seyahat oldu mu kuşlarımız uçar, burnunu cama dayar, dalarsın coğrafyaya. Dağlar, ovalar, nehirler. Toprak sürenler koyun otlatanlar... Doyamazsın, menzile vasıl olunca harbiden üzülürsün "bitmeseydi yaa."
Batı'da elbette çok marka vardır ama biz üç Alman'dan gayrisini tanımayız.
Mercedes, Magirus, MAN!
Çook çok sonra Mitsubishi Maraton katılacaktır aralarına.
Hâlbuki turist kafilelerinde İtalyan Iveco ve Breda'lar, İsveçli Volvo ve Scania'lar, Hollandalı DAF ve Bova'lar, Belçikalı Van Hool'lar yine Alman Büssing'ler Setra'lar vardır.
Aslında otobüsü karoser firmaları yapar, altyapıyı Mercedes'ten, MAN'dan, Scania'dan alır, üzerine kasa oturturlar. Setra ve Neoplan öyledir mesela. Sakın küçümsemeyin harbi otobüsçüdürler birçok yeniliğe imza atarlar.
Bizim yerli 0302'ler köşeli ve makaslıdır, Alman Mercedes'ler ise geniş ferah ve hava yastıklı. "Balina kasa"ların koltukları kadifemsi, camları bombelidir, içinde tuvalet, mutfak ne ararsan...

DEĞİŞİM GELİŞİM

Bir ara yerli Magirus havalı Apollo modeliyle hayli sükse yapar. Düşün basamağa bastın otobüs iner kalkar. Gelgelelim yollarımız lagalıdır, tümsekler, çukurlar... Hava yastığı patlar, kalırsın dağ başında.
Ardından 0302 S'ler ve 0303'ler yanaşır perona, şoföre mikrofon, muavine mutfak, yolcuya masa ve ayak dayama.
Artık otobüslerde sigara içilmiyordur, bu yüzden kül tablaları kaldırılır. Sürgülü camlara da gerek yoktur, klima vardır (Sütrak).
Biliyor musunuz klima ile başım belada. Gece karnın üşür öne katlanırsın, sırtın donar bu defa. Tamam serinletsin ama sabaha kadar da buzhane havası üflenmez ki adama. Bakın şubat soğuğunda dışarıda kalabilirsiniz ama klima hasta eder temmuz ortasında.