Şiddet, cinayet ve Türkiye

Boşanmaların sayısındaki artış, bazı taraflar için aynı rahatlıkla karşılanamıyor. Sokak cinayetleri ise polisin yeterince kontrol sağlayamaması ve yasal boşluklar nedeniyle artış gösteriyor. Çocuklarımızı kontrol edemiyoruz ve onlara yeterince sevgi veremiyoruz. Uyuşturucu, tarihte hiç olmadığı kadar yaygınlaşıyor. Türkiye için üzücü sonuçlar doğuran bir tablo bu. Çok daha iyisini yapabilir, çözüm üretebiliriz.

Şiddet ve cinayet, dünyada şehirleşmeyle birlikte artıyor gibi görünmektedir. Bir şehrin kuruluşu, insan ilişkilerinin hem ekonomik hem de sosyal açıdan değişime uğradığı bir alanın doğumunu simgeler. Şehir, kayıtların, bilgilerin ve olayların düzenli olarak kaydedilmesi demektir. Dolayısıyla şehirleşmeyle birlikte tarih ortaya çıkmaktadır. Tarihin kaydetmediği toplumlar, yalnızca arkeolojik ve jeolojik buluntularla anlaşılabilir. Bu toplumların yaşam biçimlerini, ilişkilerindeki adetleri eksiksiz ve ayrıntılı olarak tespit etmek mümkün değildir. Mukayeseli antropolojik incelemeler de bu toplulukları yeterince iyi açıklayamaz. Kısacası, tarih şehirle başlar ve şehirler, insan yaşamında hem adetlerde hem de ilişki biçimlerinde sürekli bir değişim gösterir.

strong class'read-more-detail'Haberin Devamı


Şiddet ve suçun sadece son dönemlerin bir alışkanlığı olduğunu düşünmeyelim; ancak endüstrileşen şehir, eşitsizliğin sadece gelir dağılımında değil, eğitimde de görüldüğü, insanların mutluluk ve mutsuzluklarını çözümleme biçimlerinin zaman içinde farklılaştığı bir toplum yapısını doğurmuştur. Bir toplum, insanların birbirlerinin derdini dinlediği, yüz yüze çözümler aradığı bir yerken, son iki-üç yüzyılda bu konuda gittikçe artan bir yalnızlık ve bireysel toplum yapısının ortaya çıktığı görülmüştür. Yakın tarihlerde Batı Avrupa'da polis kayıtlarının iyi tutulduğu yerlerde "Karındeşen Jack" ve "Mavi Sakal Landru" gibi seri katiller, o toplumlara özgü kalıplar olarak değerlendirilirken; diğer toplumlarda benzer vakaların yaşandığı, ancak kayıtsızlık ve unutkanlık nedeniyle tarihin hafızasından silindiği anlaşılmaktadır.

KÖYLERDEN ŞEHİRLERE...

Türkiye'nin hızlı şehirleşmesi, 20. yüzyılın ortalarında başladı. İkinci Dünya Savaşı'na fiilen katılmadık. Bu savaştan sonraki refah ve işletme mekanizmalarından etkileniş, gerçekten yeni bir Türkiye yarattı. Merhum hocamız Halil İnalcık, "Anadolu kıtasının refahı, klasik eski Roma dönemindedir ve ardından büyük karmaşık Bizans döneminde sona erer. İkinci refah dönemi ise Anadolu Selçukluları dönemindedir" der, Osmanlı dönemini ise bu bağlamda zikretmez; "1946'dan sonraki dönemdir," diye eklerdi. Milli gelirimizdeki artış ve yaşam biçimimizdeki değişimler göçleri de beraberinde getirdi. Türkiye'de kırsal kesimden göç, köylerdeki açlık krizleri veya ölümler nedeniyle değil, aslında daha sancısız bir sosyoekonomik değişimle gerçekleşti. 1950'lerin başında yüzde 80 olan köy nüfusu bugün yüzde 8'e kadar gerilemiştir. Pek çok köy statüsü kaldırılarak, yakınlardaki kasaba veya il merkezlerinin bütçe ve etkileşim mekanizmalarına bağlanmıştır. Bu gibi gereksiz tedbirlerin yanı sıra, köylerin iç yapısında yaşanan aile çözülmeleri köyleri boşaltmaya itmiştir. Son 60 yılda, ki bunu bizim nesil neredeyse gözlemiştir, Türkiye'de "gecekondu" adı verilen yerleşim alanları Macarcadan gelen tatlı bir kelime olan "varoş" (şehir dışı) ile özdeşleşmiştir. Varoşlarda, sakin fakat yavaş yavaş kalıp değiştiren; nesiller arasında adet kopukluklarına, kimi zaman cinayetlere varan komşu ve aile içi çatışmalara tanık olunmaktadır. Otomobil medeniyeti ise bambaşka bir kaos yaratmıştır. Konuşulan dil, ne köy dili ne de şehir dilidir; eski İstanbul'un ve eski Anadolu şivelerinin kaybı söz konusudur. Bunu bir "proletarya jargonu" olarak tanımlamak da pek mümkün değildir. Sonuç olarak, ortaya inanılmaz psikolojik hastalıklar ve yeni akımlar çıkmıştır. Tuhaf eğilimler ve satanizm gibi çeşitlemeler de kendini göstermektedir.

strong class'read-more-detail'Haberin Devamı

Boşanmaların sayısındaki artış, bazı taraflar için aynı rahatlıkla karşılanamıyor. Sokak cinayetleri ise polisin yeterince kontrol sağlayamaması ve yasal boşluklar nedeniyle artış gösteriyor. Kadın-erkek anlaşmazlıkları ve bunun cinayete kadar varan sonuçları, her ülkede farklı şekillerde kendini gösterir. Örneğin, birbirine çok yakın olan İspanya ve Portekiz bu konuda iki zıt kutuptur. Romanya ile Bulgaristan halkı arasında bile bu açıdan fark vardır. İran'daki sokak kavgaları Türkiye'deki kavgalarla benzerlik göstermez. Mısır'da ve İran'da şoförler ya da çarşıdaki kriminal gruplar genellikle uzun süreli tartışmalara girerler; bizdeki gibi hemen delici ve kesici aletler ya da silah kullanılmaz. Rusya gibi yerlerde ise kriminal olaylar daha kurnazca, acımasız ve örgütlü bir şekilde yapılır. İki maganda arasındaki çatışma, o anda sokakta silah çekilmesiyle değil; olaydan çok sonra birinin sokakta yürürken bıçaklanmasıyla sona erer. Türkiye bu konuda farklı bir yerdedir.

strong class'read-more-detail'Haberin Devamı

KRİTİK BİR DÖNEMDEYİZ

Çocuklarımızı kontrol edemiyoruz ve onlara yeterince sevgi veremiyoruz. Birçok insan, sevginin parayla sağlanabileceğini düşünüyor; oysa bu sorun, hem varlıklı çocuklarda hem de varoştaki fakir ailelerde aynı şekilde yaşanıyor. Anne-babalar çocuklarını kontrol edemiyor, belki de etmek istemiyor. Hayatın amacı, aile üyelerinin dışarıdaki meşguliyetlerine bağlı olarak değişmiş durumda. Örneğin, 19 yaşında kendi iki arkadaşını art arda bıçaklayıp surlardan atan genç ve benzerlerinin ebeveynlerinin anlattıklarına baktığınızda, aile yapısının çoktan çözülmüş olduğunu, bu çözülmenin olumlu yönde gerçekleşmediğini ve sorunun aile bireyleri arasındaki ilgisizlikte odaklandığını görüyorsunuz.