İstanbul'un işgali

İstanbul 16 Mart 1920'de yeniden işgal edildi. İngilizler, boğazların kontrolükonusunda son derece acımasızdı. İngiltere ile Fransa arasında bir gerginlik mevcuttur. Yorgun düşen İngiltere,İstanbul'u taze Yunan kuvvetleriyle elde tutmak istemiş; ancak bu proje uygulamaya konulamamıştır. Fransa'nın bu devir teslim planına karşı çıkacağı, Mareşal Franchet d'Esperey'in açıklamalarıyla da ortaya konmuştur.

İstanbul'un 16 Mart'ta İngilizler tarafından yeniden işgali ve Britanya Komiserliği'nin bütün İstanbul'un üst kademe komutasını ele almasına rağmen; özellikle Balkan ordusunun galibi, mareşal Franchet d'Esperey'nin sık sık müdahaleleriyle Suriçi İstanbul'da daha farklı bir ortam gözetlenebiliyordu. Bu durum, işbirliği yapan millî kuvvetlerin hem istihbarat sağlama, hem geçenlerin organizasyonu ve örgütlenip kaçırılması, hem de silah nakli konusunda daha aktif olabilmelerini sağlamıştır.

İNGİLİZLER BOĞAZLARINKONTROLÜNDE ACIMASIZDI

İngilizler, boğazların kontrolü konusunda son derece acımasızdı. Özellikle İstanbul Boğazı'nın Karadeniz'e giriş noktasında bu durum açıkça görülürdü. Buna rağmen, 5 Temmuz 1920'de millî kuvvetler, Beykoz'un doğusunda yer alan Selviburnu Karakolu'nu işgal ettiler. Buradaki İngiliz ve Yunan kuvvetleri, kısa bir çatışmadan sonra Beykoz'u boşaltmak zorunda kaldı. Boğazdaki İngiliz filosu Türk mevzilerini top atışına tuttu; ancak milliyetçiler geri çekilmedi. Aynı saatlerde başka bir milliyetçi grup, İstanbul'un doğusunda Maltepe'ye baskın düzenledi.

Haberin Devamı

Boğaz'da İngiliz işgal kuvvetleriyle özellikle Pencablı askerlerle Kuvâ-yı Milliyeciler arasında silahlı çatışma yaşandı. 10 bin ila 20 bin kişinin akın akın Rumeli tarafına geçmeye çalıştığı not ediliyor. Millet Meclisi'nin açılışından ve faaliyete geçmesinden sonra İstanbul'daki en mühim ayaklanma ve direniş budur. Bu olay, cephedeki düzenli ordunun kuruluşu sırasında İtilaf Devletleri'nin işgal kuvvetlerini en çok sarsan gelişme olarak nitelendirilmektedir.


Erhan Çifci arşivi.

Askerî tarih uzmanı Dr. Erhan Çifçi'nin Amerika Millî Arşivleri'nde bulduğu, milliyetçi Türklerin baskınını anlatan rapor dört sayfadan oluşmaktadır. Bu belgeye göre, söz konusu baskından sonra İstanbul'daki İtilaf Devletleri, donanmalarıyla ve işgalle ilgili daha sert bir tutum sergilemeye başlamıştır. Meclis, hükûmet işlevi görmeye başlamış; Anadolu'daki ordu ise basın tarafından açıkça desteklenir hâle gelmiştir. Raporda Meclis'in açılışından sadece yaklaşık üç ay sonra gerçekleşen hadiseyi anlatan raporda "Mustafa Kemal Askerleri" ibaresinin geçmesi dikkat çekicidir.

Haberin Devamı

Şüphesiz, bir dönem amatör tarihçilerin sohbetlerinde, "tarihî tabuları yıkmak" iddiasıyla ortaya attıkları bazı fikirlerin gayriciddî olduğu artık anlaşılmıştır. "Millî kuvvetlerin İngilizlerle anlaşarak mücadele yürüttüğü" yönündeki efsane, tamamen asılsız bir safsatadan ibarettir. Öte yandan, İngiltere ile Fransa arasında bir gerginlik mevcuttur. Bu gerginlik, işbirliğinin gerekliliğini ortadan kaldırmasa da, ilişkilerin derecesini gölgelemiştir. Mareşal Franchet d'Esperey, İngiliz Yüksek Komiseri'ni dinlemek zorunda değildir. Yorgun düşen İngiltere, İstanbul'u taze Yunan kuvvetleriyle elde tutmak istemiş; ancak bu proje uygulamaya konulamamıştır. Beykoz baskını, bu başarısızlığın işaretlerinden biridir. Ayrıca, Fransa'nın bu devir teslim planına karşı çıkacağı, Mareşal Franchet d'Esperey'in açıklamalarıyla da ortaya konmuştur. Hatta mareşal, Çukurova'daki Fransız kuvvetlerini İstanbul'a çekeceğini bile ifade etmişti.

Haberin Devamı


İstanbul'un işgalinde Kurtuluş Savaşı için çalışan gizli örgütleri merak edenler tavsiye bir eser.

BU ALTI AYLIK DÖNEMİYİ ETÜT EDİLMELİ

Kurtuluş Savaşı'nın bazı safhalarını ve gelişmelerini yeniden gözden geçirerek değerlendirmekte fayda vardır. Nitekim bu alandaki araştırmalar son yıllarda önemli bir ivme kazanmıştır. Hiç kuşkusuz, Kurtuluş Savaşı'nın en önemli safhalarından biri, Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçişiyle başlayan 1919 yılının 19 Mayıs'ı ile 27 Aralık'ı arasındaki altı aylık dönemdir. Bu altı ayı dikkatle etüt etmeliyiz. Parti kurmak, bir hareket başlatmak, insanları bir araya getirmek ve dengeli bir birlik oluşturmak, günümüz politikacılarının bile başaramadığı işler arasındadır. Siyasi parti liderlerimiz tembeldir. Partilerinin kuruluşunu ve kadroların örgütlenmesini, "Biz bu işi yaparız beyim" havasındaki olur olmaz gruplara devretmeyi alışkanlık hâline getirmişlerdir. 1946 demokrasisinin en zayıf noktalarından biri de budur. Bu liderlerin kendilerini Gandhi, Nehru ve Gazi Mustafa Kemal Paşa gibi büyük liderlerden hangi noktada farklı gördüklerini anlamış değilim. Neden, kendi sorumluluklarında olan, her an kontrol edilmesi ve emek verilmesi gereken işleri başkalarına ihale ederler Liderlik, ne yazık ki bazen vaktinizi, sağlığınızı ve tüm gayretinizi çok sıradan gibi görünen çabalara ve faaliyetlere ayırmayı gerektirir.