İstanbul

Bugün zaman zaman küçümsenen eski İstanbul yapılarının, özellikle 1850'ler ve biraz öncesine ait olanların, ne kadar özgün ve ne kadar doğal malzemelerle, çevreye en az zarar verecek şekilde inşa edildiği görülmektedir. Muhtemelen bundan 30-40 yıl sonra bilinçlenen bir Türk gençliği, şehrin merkezinin; hem güneybatıdaki Suriçi İstanbul'un, hem Galata'nın, hem de Üsküdar ve Kadıköy'ün ne derece tahrip edildiğini fark edecektir. Ancak bir konuda umut vardır: İstanbullular yarım asır sonra bu şehri kurtarmak için harekete geçecekler.

İSTANBUL, şüphesiz ki 2000 yıla yaklaşan ömrü boyunca birçok değişim geçirdi. 2000 yıldan bahsediyoruz, bu süre daha da uzun olabilir. Ancak çağımız tarihçileri tarafından pek doğru olmayan bir isimle "Bizantion" olarak adlandırılan ve yerleşim sahasının öncelikle bugünkü Sarayburnu ve civarına münhasır dönemi ayrı değerlendirmek gerekir. Tabii ki İstanbul'un iklim, rüzgâr ve su koşulları açısından önemli bir parçası olan Kalkedon, yani Kadıköy, bu tablonun ayrılmaz bir parçasıdır. Kalkedon'un yerleşim coğrafyasının ne kadar geniş olduğu, nereye kadar uzandığı ve nüfus yoğunluğuyla birlikte, meşhurların burayı ne kadar benimsediği (biyografileri zikredilse de) tartışma konusudur. Ancak şu gerçeği bilmek gerekir ki 1960'a kadar Kadıköy, yani Kalkedon ve hemen yanındaki Scutari (Üsküdar), sakinlerinin mahallelerine ve geleneklerine bağlı olarak alışveriş ve yemek kültürünün titizlikle takip edildiği bir bölgeydi.

Haberin Devamı

BU ŞEHRİ KURTARMAK İÇİN HAREKETE GEÇECEKLER

Binaların büyüklüğü, genişliği ve yüksekliği her zaman bir tartışma konusu olmuştur. Doğrudur, gelenekler izlenmiştir, ancak bu geleneğin en hızlı biçimde bozulduğu ve çocukların değişime müdahale etme şansının olmadığı bölgelerin tanınması önemlidir.

Bugün zaman zaman küçümsenen eski İstanbul yapılarının, özellikle 1850'ler ve biraz öncesine ait olanların, ne kadar özgün ve ne kadar doğal malzemelerle, çevreye en az zarar verecek şekilde inşa edildiği görülmektedir. Muhtemelen bundan 30-40 yıl sonra bilinçlenen bir Türk gençliği, şehrin merkezinin; hem güneybatıdaki Suriçi İstanbul'un, hem Galata'nın, hem de Üsküdar ve Kadıköy'ün ne derece tahrip edildiğini fark edecektir.

Ancak bir konuda umut vardır: Görünüşe göre, İstanbullular yarım asır sonra bu şehri kurtarmak için harekete geçecekler. Bazı evlerin yıkılacağı düşüncesi üzerine endişeye kapılmamak gerekir. İstanbul, yalnızca deprem kaynaklı yıkımla toparlanamaz ve bu şekilde bir proje geliştirilemez. Ancak akıllıca bir planla şehrin yeniden düzene girmesi mümkündür. İlk yapılacak iş, Suriçi, Galata surları içi ve Üsküdar'daki iskele ile Mimar Sinan camilerinin çevresindeki alanların düzenlenmesidir.

Haberin Devamı


Bugün İstanbul nüfusunun ancak yirmide biri bu alanlarda yaşamaktadır. Son 50 yılda yığma ve kagir binaların yerini betonarme yapılar almıştır. Ahşap yapılar ise büyük ölçüde hayatımızdan silinmiştir. Artık eski 19. yüzyıl kagir binalarından oluşan bir sokak ya da ahşap sokaklar ve mahalle köşeleri neredeyse yok olmuştur. Yönü belirsiz metro istasyonları ve şehir içi hatlar, Suriçi İstanbul'un yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına sebep olmaktadır.

Suriçi İstanbul olarak adlandırdığımız yerin büyük ölçüde Bizans, yani Doğu Roma ve daha alttaki katmanın Helenistik mimariyi barındırdığı açıktır. Son 50-60 yıldır gaddar müteahhitler böyle bir tabakayla karşılaştıklarında beton döküp yollarına devam etmişlerdir. Ancak yarım asır sonrasının okumuş, dünyayı gören gençliği, bu kaba ve yıkıcı anlayışı değiştirecektir. Çünkü İstanbul, artık dünya çapında çok dikkat çeken bir şehir hâline gelmiştir.

Haberin Devamı

Salt, 1950-60'lardan çekilen fotoğraflarla önemli bir arşiv oluşturdu. Bu toplama çalışması oldukça mühimdir. Eski sigortacıların modern haritalarını derleyip yayımlayan Jacques Pervititch gibi isimler sayesinde bu döneme dair daha geniş bir perspektif kazandık. 1950'lerin ve hatta 1960'ların başındaki İstanbul'u, bu şehrin sanatçı evladı Ara Güler'den öğrenmek ve tanımak dışında başka bir şansımız yoktu. Bugün ise bazı eksikleri daha tarafsız ve soğukkanlı kayıtlardan öğrenmeye başlıyoruz.

2000'lerin başında, özellikle 2004-2005 yıllarında, bugünkü Yenikapı'da yapılan kazılar, daha doğrusu inşaat yapan müteahhitlerin buluntuları sayesinde Theodosius Limanı keşfedildi. Eğer Gama Holding gibi zarif ve tarihî mirasa saygılı vatandaşlar olmasaydı, Theodosius Limanı çoktan betonla doldurulur ve üstüne birkaç AVM kurulmuş olurdu. Bu kazılar sayesinde, limanın milattan sonra 6. yüzyıldan Osmanlı döneminin 18. yüzyıl sonuna kadar gömülü kalan yerleşim biçimleri, sosyal hayatı ve hatta tıp alanındaki durumu yansıtan 80'den fazla iskelet ortaya çıkarıldı.

Haberin Devamı

Doğu Roma İstanbul'u, yani Konstantiniyye, Yenikapı'daki bu liman ile Unkapanı'na kadar uzanan Konstantin surları tarafından bölünürdü. Bunun batısında, Theodosius'un yaptırdığı surlar arasında kalan alan büyük sarnıçlar, birkaç manastır ve tenha yerleşimlerle doluydu. Bu bölge Osmanlı döneminde kısmen hareketlendi, ancak Lykyos Deresi (Bayrampaşa Deresi) çevresindeki yerleşim devam etti. Aksaray'ın ötesi ise bugünkünün aksine daha az yerleşimin bulunduğu, nefes alınabilir bir bölgeydi. Bu nedenle, Vakıf Gureba ve Cerrahpaşa gibi önemli hastaneler burada kurulmuştur. Ayrıca, Çukurcuma gibi küçük sarnıçlar ve Vefa Stadı'nın bulunduğu büyük sarnıç da bu dönemin önemli yapılarındandır.

Haberin Devamı

UMURSAMAZ VE BİLGİSİZ MİMARLAR BULUNUYOR