Hollanda müzelerinde Romanya'nın başına gelenler tarih hırsızları
Romanya tarihinin Dacia dönemini destekleyen arkeolojik eserler, geçtiğimiz günlerde Hollanda'nın bilinmedik bir şehrinde, yetersiz güvenlik önlemleriyle sergilenirken, hırsızlar tarafından kolayca yağmalandı. Bu nedenle, ehliyetsiz Avrupa müzeleriyle kültürel mübadelelerden kaçınılmalıdır. Bu tür işlerle ilgilenen amatör küratörlerden uzak durulmalıdır.
SON olay birçok kişinin dikkatinden kaçmamıştır; Romanya, toplum olarak Batı Avrupalılar, özellikle Latin Avrupa ülkeleri gibi yaşamaya ve kendini bu kimliğe büründürmeye meyillidir. Bu konuda haksız sayılmaz. Tarih boyunca, Romanya'nın hâkim dinî inancı ve kilisesi doğuya daha yakın bir konumda olsa da, konuştukları dil Portekizce ile birlikte, klasik Latinceye en yakın olanıdır. Fransızca, İspanyolca ve İtalyanca gibi diller de kelime ve deyim açısından Latinceye yakındır, ancak cümle yapısı ve dilin kuruluşu açısından Romence ve Portekizcenin Latinceye daha yakın olduğu bilinir. Romanya, Batı müziğine, tiyatrosuna, düşüncesine ve edebiyatına yoğunluk ile bütünleşen bir ülkedir.
İki dünya savaşı arasındaki ittifaklar Romanya'nın başına büyük sorunlar açsa da bazı kazanımlar da sağlamıştır. Bu ilginç Balkan ülkesinin içinden çıkılmaz trajedisinin son halkalarından biri, küçük bir olayda daha görünmektedir. Hollanda'nın çok da tanınmayan bir müzesi olan Drents Müzesi (Assen kentinde bulunur), Romanya müzelerinin gerçekten değerli tarihî eserlerinden bazılarını aralarında MÖ 450'ye tarihlenen Cotofenesti Altın Miğferi ve üç kraliyet bileziğinin de bulunduğu objeleri teşhir için ödünç almıştır. Son zamanlarda bu tür ödünç verme işlemlerinin sayısı artmıştır, ancak mübadeleye konu olan eserlerin değeri de düşmeye başlamıştır.
Haberin DevamıSERGİ MÜBADELESİNEHEP KARŞIYDIM
Topkapı Sarayı Müzesi'nin müdürlüğüne geçtiğimde (2005 yılı), sergi düzenleme konusunda öncü olan bazı meslektaşlarımla görüş ayrılığı yaşadım. Hatta bu konuda bakanlığa da şikâyette bulundum. Atilla Koç bu konuda anlayışlı davrandı, ardından gelen Ertuğrul Günay da aynı şekilde destekleyici oldu. Eski medeniyetlere ait eserler barındıran müzeler olarak, yurtdışında sürekli sergi açma teklifleri alıyorduk; Ancak ben bu tür mübadelelerde tek taraflılığa karşıydım. Biraz biz alıp seyredip faydalanalım diyordum. Örneğin, Çin porselenlerini isteyenler oldu; ya örneklerin sayılarını azalttık ya da hiç vermedik. Özellikle Çin'in kendisine eser göndermeyi uygun görmedim, çünkü bana göre sergi mübadelesi için güvenilir bir ortak değildi. Bu sadece benim kişisel görüşüm değil, dünya müzelerindeki meslektaşlarımın da ortak fikriydi.
Haberin DevamıBatı Avrupa ülkeleriyle ise mübadele yapmak için müşterek konulu sergi tekliflerinde bulunurdum, ancak genellikle bunu zahmetli bulurlardı. Bugün Batı müzeleri, bir yandan yavaşlayan bürokrasinin, diğer yandan da finansal yüklerin ağırlığını taşıyan kurumlar hâline gelmiştir. Ortak bir konu için objeler sunmaya karar verdiğinizde, işlemler ve sigorta maliyetleri hızla yükselir ve çoğu müze bu sorumluluğu üstlenmek istemez.
ÖNEMLİ MÜZELERDENESERLER GETİRDİK
Bu kötü alışkanlık, Franco dönemi İspanyası'nda başladı. Dünya, Franco'nun antidemokratik rejimi nedeniyle İspanya ile resmi ilişkileri kesme yolunu seçmişti. Ancak, Prado Müzesi gibi Avrupa kültürünün zenginliklerini barındıran müzelerden ödünç eser almayı çok seviyorlardı. İspanya'nın diplomatları da bulundukları başkentlerde hem yerel yetkililerle hem de Madrid'deki merkezle yakın ilişkiler kurmak amacıyla bu tür sergilerin açılmasını can-ı gönülden teşvik ediyordu. Sonunda Prado Müzesi, adeta bir "paketle gönder, paketleri aç" servisine dönüşmüştü. Ben ve arkadaşlarım ise Türk müzelerinin böyle bir konuma düşmesini istemedik ve "Biraz da başkaları bizim eserlerimize değil biz onlara hayran kalalım" sloganını benimsedik. Bu konuda selefim Dr. Filiz Çağman'ın desteğini rahmetle anıyorum.
Haberin DevamıHakkı lazım değil. Bu ilkeyi hayata geçirebilen tek öncü isim Dr. Nazan Ölçer'di. "Biraz da siz verin bakalım" anlayışıyla hareket etti ve Türk İslam Eserleri Müzesi, Avrupa'dan birçok eseri getirip sergilemeyi başardı. Bu başarısında, dünya müzelerini yakından tanıması ve müze müdürü olarak sahip olduğu seçkin kişiliği önemli rol oynadı. Ben de aynı sistemi takip ettim. Görevim boyunca; Kremlin, Tahran Bastan Müzesi ve Venedik gibi önemli kurumlardan teşhir için eserler getirttik. Kendi sarayımızın bazı eserlerini ise belirli komisyonlar tarafından derlenen seçkiler hâlinde sergiledik.
Arada yaşanan tatsız bir olayı hiç unutmuyorum: Hollanda müzeleriyle olan temasımız... Maalesef göreve başladığım dönemde bu ilişkiler çoktan kurulmuştu. Hollanda'daki büyükelçimiz, Amsterdam'daki bir müze (Nieuwe Kerk Museum), Rönesans döneminden kalma bir kilise binasını koleksiyon sergi müzesi hâline getirmiş ve bu tür koleksiyonları toplayarak teşhir ediyordu. Büyükelçimizin takdim mektubunun yanı sıra, Ermitaj Müzesi'nin Genel Müdürü Mihail Piotrovski'den de bir referans mektubu geldi. Açıkçası her ikisini de görmezden gelmek istiyordum, ancak işlemler çoktan ilerlemişti. Üstelik serginin açılışına Hollanda Kraliçesi'nin de geleceği söylendi. Ki gerçekten de geldi; tıpkı müteveffa İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth gibi, bu konularda oldukça bilgili bir hükümdardı. Bunun üzerine organizasyon için harekete geçtik.
Haberin DevamıHOLLANDA SERGİ İÇİN300 ESER İSTEDİ
Müze müdürü Ernst Veen oldukça iddialıydı. Fakat bu iddianın karşılığında yeterli planlama ve bilgiye sahip olmadığını kısa sürede fark ettim. Elinde Dr. Filiz Çağman ve Dr. Nazan Ölçer'in Londra'da büyük başarıyla açtığı "Turks" sergisinin kataloğuyla gelmişti. Üç yüzden fazla eser talep ediyordu. "Sayı saymayı biliyor musun" diye sordum. Bunun üzerine,
"O takdirde ben size Turks gibi bir sergi yapamam" dedi. Ben de karşılık olarak, "Zaten yapamazsın, senden bunu bekleyen yok. Ayrıca yapma da, çünkü elindeki kataloğu aynen taklit edeceksen bu intihal olur. Bir kitabı birebir kopyalamak nasıl yanlışsa, bu da öyle" dedim.
İlk temasımız pek iyi başlamadı ama süreci en azından düzgün bir şekilde yürütmeye çalıştım. Lakin bunun da bir faydası olmadığını gördüm. Adam hazırladığı serginin kataloğunu bir türlü sunmuyordu. "Hâlâ hazırlıyoruz" diyordu. Sonunda şüphelendim. Müzeyle teması olan bir Türk gencinden, kataloğun gerçekten basılıp basılmadığını öğrenmesini rica ettim. Sağ olsun, maketini bulup getirdi. Birkaç gün içinde baskıdan çıkacakmış. Hemen telefon ettim ve korkunç lüzumsuz ve edebisiz bir katalogla karşı karşıya olduğumu anladım. Verdikleri hiçbir söz tutulmamıştı. Ayrıca, "Amsterdam'daki Türk vatandaşları böyle bir sergiyi çok beğenecek" iddiasının da ne kadar geçersiz olduğunu, kataloğun sayfalarını inceledikçe fark ettim. Hemen telefon açıp, "Bu katalogla bu sergiyi açamazsın. Buradan da hiçbir eser gitmeyecek" dedim. Apar topar geldi, saçma sapan bahaneler öne sürdü ama geri adım atmadım. "