Cumhuriyet'imizin 99. yılı

Cumhuriyet tabirini kullanmak Türkler arasında bir yana, Avrupa'da bile uluorta konuşulamazdı. İmparatorluğun içinde olduğu girdabın farkında olan Hamidiye dönemi gençliği, "anayasal monarşinin" peşindeydi. Bundan daha ötesini, "cumhuriyeti" düşünen insanların bunu ustalıkla zihinlerinde gizledikleri açıktır. Ama Ekim 1922'deki Mudanya Mütarekesi'nden ve ardından son padişahın tahttan çekilip iltica yolunu seçmesinden itibaren, Türkiye'de devletin geleceği artık belirlenmişti.CUMHURİYET", Arapça bir kelime olarak görülüyor. Aslında Arapçada böyle bir tabir yok. Kökü "cumhur", yani Fransızca "le gent", İtalyanca "la gente", Almanca "die leute"; "publicum" tipinde bir tabir. Bizde köy veya mahalle "ahali"si veya herhangi bir topluluk (taife) olarak kullanıldığı biliniyor. Bu terimin geniş bir halk kitlesini, örgütlenmiş bir kavmi, yani modern bir milleti karşılayacağı da şüpheli. Bunlardan dolayı "respublica" anlamında kullananlar, tercümenin ötesinde yeniden yaratanlar Türklerdir ve bu nedenle de terim Türk'tür. 19. yüzyılda hekim ve tarihçi Şânizâde Atâullah Efendi'nin tıp terimlerini Fransızcadan ve Latinceden, Arapçayı kullanarak çevirmesi ve sonra Cevdet Paşa'nın "crise financiere" terimini "buhran-ı mali" diye çevirmesi gibi birtakım anayasa hukuk tabirlerini, iktisat tabirlerini Türklerin Arapça kelimelerle şekillendirmesi bu bütün içindedir.Haberin DevamıCumhuriyetçilik hiç şüphesiz ki 19. yüzyılın Osmanlı İmparatorluğu'nda meşum bir kavramdı. Gerçi Fransa'nın cumhuriyet olması dünyada tahammül edilen bir tutumdu, ama Fransız politikasına yanaşan III. Aleksandr bile ittifak başka, monarşi başka dercesine cumhuriyetlerden nefret ederdi. Bernhard von Bülow'un hatıralarında bu görülüyor. Kendisine St. Petersburg'daki polis çevrelerinin açıkça söylediği gibi, "Çar, her şeye rağmen Almanya'yı ve monarşileri sever" olmuştur. Doğrusu Osmanlı İmparatorluğu'yla II. Abdülhamid devrinde III. Aleksandr Rusya'sı hadise çıkarmadan geçinegeldi.AÇIKÇA KONUŞULAMAZDICumhuriyet tabirini kullanmak Türkler arasında bir yana, Avrupa'nın en liberal demokrasilerinde bile uluorta konuşulamazdı. Hürriyetlerin üst düzeyde gezindiği İngiltere'de cemiyet hayatının, akademik kurumların bu gibi tabirler ve tavırlardan hiç hoşlanmadığı açıktır. Kimse böylesini üniversiteye öğretim üyesi olarak kabul etmez, birisi başta itibar görse bile böyle cümleler sarf ettiği anda orta sınıftan veya üst sınıftan bir küçük memurun da bir lordun evinden de ziyafet sofrasından kovulabilirdiniz.Haberin DevamıHiç şüphesiz Cumhuriyetçilik, Abdülhamid'in Zabtiye Nezareti'nde bile çok ağır bir suçlamaydı. "Padişah hainliği" kullanılır ama "cumhuriyetçi" suçlamasına nadiren başvurulurdu. İmparatorluğun içinde olduğu girdabın farkında olan Hamidiye dönemi gençliği, yani 1870'lerin sonu, 1880'lerde doğanlar, başka özlemlerin peşindeydiler; "anayasal monarşinin"... Bundan daha ötesini düşünen insanların bunu ustalıkla zihinlerinde gizledikleri açıktır.Atatürk'ün bunu ilk açıklayışı, mütareke döneminde kongrelerden Ankara'ya yanaşırken yakın dostlarına, daha doğrusu dostuna (Mazhar Müfit Kansu'ya) programını dikte etmesidir. Ama şurası bir gerçek ki Ekim 1922'deki Mudanya Mütarekesi'nden ve ardından son padişahın tahttan çekilip iltica yolunu seçmesinden itibaren, Türkiye'de devletin geleceği artık zihinlere yer etmiştir. Hatta bu tarihi, daha geriye götüren araştırmalar da var. Türkiye Büyük Millet Meclisi üzerine Mustafa Kemal Palaoğlu'nun tezinde bunun üzerinde durulur.Haberin DevamıMONARŞİYİ SEVMİYORUZCumhuriyet, Türk halkının kafasında bir sorun değildir. Fransa, Avusturya gibi ülkelerde monarşiyi özleyen ve geri dönüşü hedefleyen kitleler vardır. Türkiye'de böyle açık bir program göze çarpmaz. Türkler monarşiyi değil, bazı monarkları severler. Şüphesiz ki askeri bir toplumda kuruluştan beri Kanuni'ye kadar gelen mareşal padişahları saygın bir yere koymak buna örnektir. Nihayet Türkiye Devleti'nde batıya doğru ilerleme durumu söz konusudur. En önemli unsur, askeri güçtür. 18. asırdan itibaren askeri düzenin değişmesinde reformların bu alanda başlaması dolayısıyla askerlerin dünyanın değişen şartlarına uyması ve cemiyette seçkin bir kuvvet oluşturması olağandır. Askerin tesiri ara sıra padişahların hal'ine (tahttan indirme) hatta katline dayanan kapıkulunun ayaklanmasında değildir. 19. asırda bile darbelerin önlenmesine çok çalışıldı. Ama bu dönem yine Sultan Abdülaziz'in hal'i ile bitmiştir.Haberin DevamıBu toplumda Cumhuriyet'in kurucu kuvvetinin de ön planda İstiklal Savaşı'nın kumandanları ve onları yanındaki mülki erkândan oluşması normaldir. Çünkü saltanat makamı ve çevresindekiler çeşitli nedenlerle, belki de Birinci Cihan Harbi'nin getirdiği felaket içinde başka çıkış bulamadıkları için Ankara'daki milli harekete ve Cumhuriyet'in kuruluşuna katılmadılar ve dışında kaldılar. İstiklal Harbi'ni başlatan cesur komutanlar, mülki erkân ve halk şüphesiz fedakâr ve büyüktür.Türkiye halkı için cumhuriyete intibak, yani yurttaşlık kurumunun öne geçmesi ne ifade ediyor ve ne kadar anlam kazandı Feodal toplum modeline dayalı bir monarşi söz konusu olmadığı için servaj tipi ilişkiler, yani toprağa bağlı köylülük veya Rusya'da kolop denen köylü statüsü Türk köyünde söz konusu değildir. Şehirli olmak, belki İstanbulluların bazı hizmetlerden muaf tutulması (Birinci Dünya Savaşı'nda bu durum değişti) dışında ayrı bir statü getirmiyordu.Haberin DevamıTEHLİKELİ OYUN NEPOTİZMNihayet orduya ve bürokrasiye girmekte bütün Avrupa devletlerinde, Fransa hariç, olduğu gibi belirli sınıflara mensup olmanın bir öncülük, imtiyaz teşkil etmediği açıktı. Bu olsa olsa sosyal nepotizm dediğimiz; milletin elinden geldiğince akraba ve yakınlarını kayırma mekanizmasına dayanır. Ama şunu açık söylemek gerekir; Osmanlı İmparatorluğu'nda hanedanın dışında bu gibi nepotist, yani akraba ve yakınları kayırıcı ilişkilerle bir aile için nüfuz oluşturmak tehlikeli bir oyundu. Tarihimizde Sokullu ailesi başta, sultan hocası Feyzullah Efendi (II. Mustafa devri) ve Nevşehirli İbrahim Paşa gibi girişimlerin bedelinin çok ağır ödendiği biliniyor. Tanzimat