Cumhuriyet'imiz
Bugünlerde, bütün dünya iktisadi krizlerin ve çağdaş demokrasinin yaşadığı bunalımın içinde. Ne yaşını başını almış, yorgun ve durgun toplumların rehavetine sahibiz ne de "üçüncü dünya ülkesi" dediğimiz, ekmek derdinden başka şeylere aldırış etmeyen bir toplumuz. Tam usturanın sırtında yürüyoruz. Aklı başında davranırsak bu yolu tahribata uğramadan aşarız; yoksa istenmeyen neticeler, sadece seni, beni, onu değil, hepimizi belirgin ölçüde gadre uğratır.
Son senelerde Cumhuriyet'e ve Cumhuriyet'in kurucularına saldırılar arttı. Hayatında Sultan Abdülhamid dönemini olumlu ve olumsuz yönleriyle inceleyip öğrenmekten uzak kalmış kimseler, siyasi polemik aracı olarak Sultan Abdülhamid'i kullanıyorlar. Yakın geçmişte bir düğün konuşmasında bile, eski Rize Belediye Başkanı ve milletvekili olan zat, Sultan Abdülhamid'i rahmetle anarak (torununun torununun düğünüydü) fırsatı, tekrar onu tahttan indirenlere ve ismini karalayanlara getirdi. Kendisini tahttan indirenler, Meşrutiyet'i yeniden ilan edenler, hiç şüphesiz ki imparatorluğun genç kurmay sınıfı Enver Paşa ve bir yerde Hareket Ordusu Kurmay Başkanı olan; geleceğin büyük mareşali, o günün genç kolağası (yüzbaşı) Mustafa Kemal Bey'di. O sıra basında bana hitaben bu nutkun niye cevapsız bırakıldığını yazan işgüzarlar çıktı. Düğün, gelin kızındır; düğünü siyasi polemik arenası hâline getirmek çiğliktir.
Haberin DevamıHANEDAN MENSUPLARICUMHURİYET'E SAYGILIYDI
İş büyüyor. Aynı çevrelerden biri daha bu sıra (A. H. Çamlı), Cumhuriyet'ten, "çamuriyet" diye bahsediyor. Bu süfli mizah merakı yayılma eğiliminde. Bizim Cumhuriyet'in kurucuları, herhangi bir ülkedeki siyasiler, aydınlanmacı entelektüeller veya darbeciler değildir. Büyük bir harbin içinden geçmiş; başarılı meydan muharebeleri ve mevzi savaşlarıyla yurdu işgalden kurtarmış komuta heyeti ve millî direniş hükûmetini teşkilatlandırıp vatanı kurtaran bürokrat ve ileri gelenlerdir.
Türkiye'de monarşi yanlılarının bir iç savaş yaratmadıkları, İstiklâl Savaşı sırasında çıkan iç isyanların bastırılmasında etnik bir gruplaşmanın görülmediği açıktır. Aynı kabileden, aynı bölgeden insanlar İstanbul ve Ankara etrafında mevzilenmişti. Saltanat ilga edildikten sonra padişah, iç savaştan çekinerek ülkeyi terk etmiştir. Hanedanın mensuplarının bile Cumhuriyet'e ve Mustafa Kemal Paşa'ya karşı saygılı davrandıkları; Cumhuriyet'in meşruîyetine halel getirmemek için her türlü tertipten kaçındıkları açıktır. "O Türklerin imparatorluğuydu, bu da Türklerin Cumhuriyeti'dir" sözü Sabiha Sultan'a aittir. Bundan daha veciz bir ifade de olamaz.
Haberin DevamıTürkiye'de ne Avusturya hanedanının Macaristan'daki yıkıcı faaliyetleri gibisi görüldü, ne de Rusya hanedanı Romanovların başına gelen facia tekrarlandı. Bu olayın etrafında spekülasyon yaratmak, tarihten, coğrafyadan ve etraftaki âlemden haberi olmayan kasaba diplomalılarının işidir. Bunların bu idealinin arkasında ciddiye alınacak bir inanç ya da ideolojik tutum sahibi olduğunu sanmıyorum. Tutumlar değişiktir. İstediklerine Türk toplumunu sürüklerlerse doğacak kaos hiç şüphesiz herkesi etkiler ama en çok kendilerini mahveder. Bu konuda herkesi dikkatli olmaya çağırıyoruz.
Yaşadığımız dünya bir şeyi daha açık hâle getirdi: Ordu rastgele bir kuruluş değildir; bir operet alayı hiç değildir. Eski bir devletiz ve eski bir ordumuz var. Ordu, sadece Türkiye'nin güvenliğinin değil, medeniyet ve kültürünün inşasında en önemli rolü olan, en büyük garantidir. Bütün Türk aleminin ortak güvencesidir. Basında bazı kasıtlı kişilerin "vesayet sistemini yok etmek" gibi abuk sabuk lafları tekrarlamalarının hiçbir anlamı yoktur. Şurası artık açıktır: Türkiye'de bazı zümreler, Türklüğe has bazı müesseselere tahammül edememektedir. Kurumları itibarıyla tarihte önemli bir yeri olan Türkler, kimseye hesap verecek değildir.
Haberin DevamıBU İNSANLARADİKKAT EDİN
Bugünkü dünyada, ordusu ve emniyet kuvveti olmayan bir millet, vagonlarla sürgüne gönderilebilir. Bu, sadece İkinci Dünya Savaşı'nda bazı toplumların ve milletlerin uğradığı bir facia değildir, tekrarlanabilir. Hâlâ dünyayı idare etmeye talip bir devletin başındaki adam, insanları Gazze'den Libya'ya sürmekten bahsediyor. Kendisinin ne Gazze'yi ne de Libya'yı tanımadığı çok açıktır. Bu gibi hezeyanlara tolerans gösterilemez ve duymazlıktan da gelemeyiz.
Partisinden önemli mevkide olan birisi yakın geçmişte Türklerin ne olduğunun belirsizliğinden bahsetmişti. Eğer aynı adama siz de kendisi için bu soruyu sormayı başarırsanız, sorular birbirini takip eder. Ortalık tımarhaneye döner. Bu gibi insanların etrafındaki kurumların ve onları yönlendirecek kanaat önderlerinin dikkatli olması gerekiyor.
Haberin DevamıTürkiye'de sorumsuzluk duygusunu ve küstah tavrı benimsemek bir prensip hâline getiriliyor. Sadece yönetilenlerin değil yönetim katmanlarındaki kamu yöneticilerinin de bu zaafı var. Korkunç bir utanç kaynağı ve dram olan Bolu otel yangınında, bürokratların soruşturulmasına izin verilmeyeceği açıklandı. Bu çok tehlikeli bir yoldur. Bürokrasinin huzurunu ve teminatını sağlamakla ilgisi olmayan bir karardır. Ciddi bir ilkeye dayanmaz. Bunun sonunda doğacak tepkiden, kararı alan zarar görür. Bu dikkate alınmalıdır. Bir karar merciinin başındaki bürokrat, neden soruşturmanın dışında kalsın Böyle bir şey Rusya tarihinde bile görülmez. III. Petro'nun, soylular lehinde çıkardığı buna benzer bir kararı, kendi karısı II. Katerina ortadan kaldırmak zorunda kalmıştır. Soruşturma, insanların adalet duygusunun başlıca prensibidir; idare edenler her zaman denetime tabidir. Bunun tarihte istisnası yoktur. Bu kurala uyulmazsa, sonuçlar aslında o kararı alanın bile istemeyeceği bir yere gider.
Haberin DevamıGenel kural ve prensiplere uyamayan veya uyum sağlayamayan bir bürokratın orada oturmasına zaten gerek yoktur. Bu çok açık bir durumdur. Adalet duygusu tatmin edilmedikçe taş devrine dönmek mümkündür. Çünkü sabırlı ve kanuna itaati yüksek Türk toplumunda bile, istenmeyen şahsi tecelli duyguları ve hareketler uyanabilir. Nitekim örnekleri görülüyor.
USTURANIN SIRTINDAYÜRÜYORUZ
Türk tarihinin yakın kurumlarını saptırarak, bilinmez gibi göstererek; vatandaşların bilgisizliğine veya hafıza zaafına dayanarak politik malzeme yapmak, polemik konusu hâline getirmek, tavsiye edilecek bir yol değildir. Bilhassa bugünlerde, bütün dünyanın içine girdiği iktisadi krizlerin ve şaşılacak şey değil çağdaş demokrasinin yaşadığı bunalım ortamında hiç arzu edilmeyecek bir yöntemdir. Türkiye çok kritik bir noktada bulunuyor. Ne yaşını başını almış, yorgun ve durgun toplumların rehavetine sahibiz ne de "üçüncü dünya ülkesi" dediğimiz, ekmek derdinden başka şeylere aldırış etmeyen bir toplumuz. Tam usturanın sırtında yürüyoruz. Aklı başında davranırsak bu yolu tahribata uğradaman aşarız; yoksa istenmeyen neticeler, sadece seni, beni, onu değil, hepimizi belirgin ölçüde gadre uğratır.