AZİZ MAHMUT HÜDAi

Hüdayi Hazretleri buyurur: "Tarikat ehlinin bütün adabı, Sünnet'ten alınmıştır.Haşa ki bid'at ola!... Şeriat ehli haram ve helal, emr-i maruf ve neh-i münker dahi nedir" diye inkar etmeyeler. Bunun gibi sufiyye dahi; "Biz Hakk'a vasıl olduk." diye, şer-i mutahharayı bırakmayanlar, ilhada düşmeyenler. Yerli yerinde, şer-i şerife riayet üzere olalar; hıyanet etmeyeler, çalışalar. Resulullah Efendimiz'in varisleri olan Hak dostu alim ve arifler, manevi terbiye yolu demek olan tasavvufun gayesini, "şeriati kamil manada yaşamak" şeklinde tarif etmişlerdir. Yani tasavvuf her halükarda Kur'an ve Sünnet ölçüleri üzere takva hassasiyeti içinde bir kullukta bulunmak ve hiçbir zaman bu istikametin dışına taşmamaktır. Nitekim Hak dostlarının adeta sözcüsü mevkiinde olan Mevlana Hazretleri'nin şu meşhur ifadeleri, bir nev, "sahih tasavvuf" anlayışının da tarifi mahyetindedir: "Yaşadığım müddetçe ben Kur'an'ın kölesiyim. Ben o seçkinmümtaz peygamber Hazret-i Muhammed'in yolunun toprağıyım. Eğer biri, benim sözümden, bu (istikametin) dışında en ufak bir şey bile nakledecek olursa, o kimseden de, onun sözünden de incinirim, tiksinirim. Tasavvuf; Kuran ve Sünnet'le kemale ermek , ilahi ve nebevi talimatları kalbi derinlikle idrak edip hayatın her safhasında yaşamaya çalışmaktır. Böylece kalben merhaleler katederek Cenab-ı Hakk'ın yakınlık ve dostluk iklimine girmeye gayret göstermektir. Tasavvuf ; "iman" ı "ihsan" ufkuna taşımanın diğer adıdır. Yani daima ilahi müşahedenin,-diğer bir ifadeyle-