Ölüm

Değişmez ilahi kaidedir; "Her canlı ölümü tadacaktır. Sonra O'na (Allah'a) döndürülürsünüz." (Kur'an-ı Kerim)

Ölüm ruhun bedenden ayrılmasıdır.

İnsana iki şey emanet verilmiştir. Beden ve ruh.

Beden tabiatın emanetidir. Bu emanet bedenimizin kimyasıdır. Yediğimiz ve içtiğimiz topraktan olunca beden emanetini tabiattan alıyoruz.

Ruh ise Allah'ın ruhunun bir parçasıdır. O da anne karnında iken gelip bizim bedenimizi hareket ettiriyor. Böylece ruh denilen bir gerçek daha gündemimize giriyor. Onu da Allah'tan bir emanet olarak almış oluyoruz.

Öldüğümüzde yani ruh bedenden ayrılınca, önce ruhumuz geldiği makama (ruhlar alemine) kavuşuyor. Vücut hareket kabiliyetinden soyutlanıyor. Böylece bedenimiz aldıklarını tabiata vermek için toprağa giderken ruh da geldiği yere dönüyor.

Emanet verilen şey ilanihaye verilende kalmaz. Kalmıyor işte.

Ölüm üzerine sadece makul ve mantıklı açıklamayı yapan, bilgiyi veren İslam'dır. Diğer görüşler eksik veya felsefidir.

Ölüm bir son mudur Ölen nereye gitmiştir Öldükten sonra hayat var mı Cennet-Cehennem, ceza ve ödül var mı

Bu soruların cevabını sadece din verebilir. O din de İslam'dır.

Dünya üzerinde mezarı belli olan kaç ölü var Bunun bir istatistiği yok. Lakin yeryüzünün toprak altı insan iskeletiyle dolu.

Tabiat alacağını almış... Geriye kalan kalmış.

Ölüm üzerine çok şiirler yazılmıştır.. Yunus Emre bu hususta öncüdür. Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek de bu alanda çok güzel şiirler yazmıştır. Bu konuda ölümüne yakın yazdığı iki şiiri şöyledir:

"Gökte zamansızlık hangi noktada

Elindeyse yıldız yıldız hecele.

Ölüm yazılıyken kara tahtada,

İnsan yine çare arar ecele.

Ömrüm geldi geçti bir günlük süstü,