Birsempozyumun ardından (3) Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz

Birsempozyumun ardından (3) Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz

İDRİS GÜNAYDIN

Bir sempozyum, eğer hedefini buluyorsa maksat hasıl olmuştur. Ne var ki bize ait olanı konuşmak yeni şey duyuyormuş hissi veriyor. Hatta yerli olanı konuşurken bile Batı'nın idrakimize giydirdiği terimlerle (elbiselerle) düşündüğümüz oluyor. Bu sempozyumun dinlenme aralarında Sayın tarihçi Mehmet Fatsa'nın değindiği bir terim: "kolonizatör" kan ve işgal kokan bu terim yerine kendimize ait kullandığımız bir terimi anında bulamamak ne kadar acı. "Öncü" veya "muhabbet fedaileri"denmesi daha yerli duruyor.

Bir de sempozyum boyunca her konuşmacının neredeyse atıfta bulunduğu bir terim var: "Tahrir defterleri".Bu defterler ne kadar şümullü imiş ki, adeta tarihimizin röntgeni durumunda. Tüm olaylara ve toplumun tüm mesailine değinmiş.

Yani, "Nuna, kaleme ve yazılı satırlara yemin olsun"ayeti (Kur'an-ı Kerim Kalem suresi 1-2) tarihimizde Müslüman ecdadımız tarafından hayata geçirilmiş. Peygamberimizin "unutursan sağ elinden yardım iste"dediği hakikat burada talim eylemiş.

Sayın Dekan Muharrem Akoğlu'nun konuşmasına dönelim: "Değerli konuklar, malumlarınız olduğu üzere Türk milleti tarih boyunca asker kimliği ile tanınır devleti ile bütünleşik bir profil çizer. Nitekim Türk tarihi devlet millet kaynaşmasının en güzel örnekleriyle doludur. Hacı Abdullah halife tekkesi de bunun bir örneğini sunmaktadır.

Anadolu Beylikler döneminden itibaren devletin yapması gereken birtakım sosyal hizmetler, devletin yetişemediği yerlerde sivil inisiyatif grupları olarak teşekkül ettirilen Vakıflar üzerinden sağlanmıştır. Hasta hayvanların bakımından, yoksul gençlerin evlendirilmesine ve hatta ticarette adaletin sağlanması için çarşı-pazarlara ölçü ve tartı konulması gibi daha yüzlerce sosyal probleme kadar devlet destekli vakıflar kurulmuştur. Bu şekilde devlet-millet kaynaşması sağlandığı gibi devlet ve milletin güç birliği de tesis edilmiştir.

Bir vakıf kurumu olarak teşekkül ettirilen bu yapılar, müştemilatı içinde bulunan unsurlarıyla çok yönlü fonksiyonlar icra etmişlerdir. Örneğin aşevleri sayesinde; kervanlar, askerler, hacı kafileleri, yaylacı sürü sahipleri ve yolcuların ihtiyacı karşılanmaya çalışılmıştır. Bu haliyle Hacı Abdullah Halife tekkesi de bir sosyal tesis olarak işlev gördüğü gibi, yol güvenliği ve emniyetini sağlayan bir derbent veya sosyal bir destek unsuru olarak faaliyet yürütmüştür.

Karadeniz'de üç büyük ahi tekkesi dikkat çekmektedir. Bunlardan biri Bayburt Ahi Emir Ahmet Zencani, diğeri Niksar'da Ahi Pehlivan ve Yağlıdere'de Hacı Abdullah Halife tekkeleridir. Bu tekkeler bölgede iskanın önünü açtıkları gibi, Anadolu'nun İslam ve Türk yurdu olmasını da sağlamışlardır.

Hacı Abdullah halife tekkesi ilk olarak babası Kasım Halife tarafından bu bölgede kuruldu. Kasım Halifenin ÇepniLideri Eşref Bey ile birlikte hareket ederek, bölgenin fethine katıldığı, 11 kişilik derviş grubu ile birlikte bölgeye yerleştiği bildirilir. Burada cami, medrese, değirmen ve imaretten oluşan küçük bir külliye kurarak faaliyete başlanmış ve yerleştikleri yere de Ahiçukuru denmiştir.

Hacı Abdullah halife buralardan geçen yolculara barınma ve beslenme imkanı sunmakta, yükleri ve hayvanlarıyla gelen misafirleri konuk etmektedir. Ayrıca cuma ve bayram namazlarında, buraya gelenlere örnek kişiliği ile vaazu nasihatte bulunmaktadır. Bu hizmetlerine karşılık da devletçe Ahiçukuru köyü, onun idaresi altında bulunan vakfa temellük edilmiştir. Ayrıca, Şehzade Selim'in annesi Gülbahar Hatun ve daha sonra da Kanuni dönemlerinde buralar, devlet destekleriyle tahkim edilmiştir.