'Yoksula vergi' bir ekonomi düzeni

Türkiye'de toplanan vergilerin yüzde yetmişe yakını KDV, ÖTV, çeşitli harçlar olarak sizin benim gibi "kişi"lerden toplanıyor. Ekonominin asıl motoru olması gereken ve milli gelirden en fazla pay alan koca koca şirketler, holdingler, bankalar vs. toplam vergi gelirinin nispeten küçük bir bölümünü karşılıyorlar. Bunlar zaten verdiklerini de bir şekilde hemen geri alıyorlar. İkide bir vergi afları çıkıyor, istisnalar ve muafiyetler genişletiliyor, hatta imtiyazlı birtakım firmalar devlete para vermediği gibi devletten çeşitli adlar altında sürekli para alıyorlar. Diğer yandan, büyük sermaye sahipleri artık sanayi ile ticaret ile falan uğraşmayıp daha ziyade finans oyunlarıyla paradan para kazandıkları için eskisi kadar vergi vermek zorunda değiller. Vergi şampiyonları listesine de yansıyor bu durum.

Maliyemiz de ne yapsın, şirketlerden toplayamadığı vergiyi bize yüklüyor. Son on yılda zenginleri daha da zenginleştirmiş bulunan "heterodoks" ekonomi politikalarının derinleştirdiği bütçe açığını kapatmak için dolaylı vergileri arttırıyor da arttırıyor. Ancak dolaylı vergi mal ve hizmet fiyatlarını da yükselttiğinden aynı zamanda enflasyonu besliyor. Bunun sonucunda bir de "enflasyon vergisi" çıkıyor cebimizden. Liranın değeri sürekli eriyor.

Ama biz ödediğimiz vergi "doğrudan" olmayınca ne olduğunu tam anlamıyoruz. Hayat pahalılığını pazarcıların domatese zam yapmasına bağlayabiliyoruz. Tıpkı milli paramızdaki değer kaybını iç ve dış güçlerin gerçekleştirdiği "kur saldırısı"na bağlayan açıklamaya inandığımız gibi.

Belki de onun için devleti yönetenler ha bire "dolaylı" vergilere yükleniyorlar.

Şu da var: Bizdeki sistemde işçi ve memurun gelir vergisi maaşlarından kesilerek işveren tarafından maliyeye yatırıldığı için çoğumuz, psikolojik olarak, vergi verdiğimizin farkında bile olmuyoruz.

Bütün bunlar dolayısıyla devleti yönetenlerin şuraya buraya dağıttığı paranın kendi cebimizden çıktığını düşünmüyoruz.

Zaten sosyopolitik kültürümüz dolayısıyla "devletin parasını" kendi paramız olarak görmüyoruz biz. Mümkün olursa yağmalanacak bir hazine olarak görüyoruz. Yalnız, bu yağmayı ötekilerin değil bizimkilerin yapmasını tercih ediyoruz.

Hal böyleyken kamu kaynaklarının nasıl harcandığını sorgulamak isteyen siyaset çeşidine yüz vermiyoruz.

Neticede kamu görevlileri tarafından kamu adına harcanan paranın "kendi paramız" olduğunu hissetmediğimiz için kendimizi "devletin sahibi" olarak görmemiz de bir kat daha zorlaşıyor. Zaten tarihten devraldığımız zihniyet kodları bize devlet adlı kurumun "bizim dışımızda" bir oluşum olduğunu telkin ediyor.

Daha önce de şu benzetme doğrultusunda meseleyi yazmıştım: Devlet, bizim olmadığına göre, ele geçirilecek bir kaledir. Onlar ele geçireceğine bizimkiler ele geçirsin dediğimiz güç kaynağıdır. Bu yüzden kurumların iyi yönetilmesi değil "bizimkiler" tarafından yönetiliyor olması tercih edilir. Bizde seçime yüksek katılımın sebebi bile demokrasiye duyulan iştiyaktan ziyade, seçimin devleti ele geçirme aracı sayılmasıdır.

Böylesi bir zihniyet vatandaşın vatandaşlık bilincine ulaşmasına da imkan vermiyor elbette. Dolayısıyla bu topraklar üzerinde bir arada yaşayan insan topluluklarının modern anlamda "millet" olma aşamasına gelmesi zorlaşıyor. Bunun sonucu olarak "millet öncesi toplum" aşamasındaki insanların kamu kaynaklarını